22 Aralık 2010 Çarşamba

HAVA KİRLİLİĞİ VE ANİ KALP ÖLÜMÜ -1-

GELECEK  ATÖLYESİ
HAVA  KİRLİLİĞİ  VE  ANİ  KALP  ÖLÜMÜ  -1-
DR.CEM  ŞAHAN
17  Aralık  2010  tarihli  Samsun  Denge  gazetesinde ; ‘’Çevre ve Orman İl Müdürlüğü tarafından yapılan 'Hava Kalitesi Ölçüm' raporuna göre, Tekkeköy'de, kükürtdioksit (SO2) oranı geçen sene Eylül ayına oranla bu yıl 3 kat artış gösterirken, Partiküler Madde (PM10) oranı ise, yarı yarıya arttı.’’  şeklinde  bir  haber  yer  aldı.
Erk  parfümlü  medyada bu  fazla  yer  almadı.
Nasıl  alsındı?
Halkla  ve  medya  ilişkileri..
Reklamlar, sabah  kahvaltıları…
Neydi  bu  PM10  ne  yapardı?
Bronşit
Üst  solunum  yoları  infeksiyonlarında  artış
Kronik  Akciğer  hastalıklarında  artış
Akciğer  kanseri
Ani  ölüm
Kalp  Hastalıklarında  artış
PM  10  en  duyarlı  gruplar  kimlerdi?
Gebeler,
Çocuklar  ve  bebekler,
Kronik  Hastalığı  olanlar
Kalp  ve  akciğer  hastalığı
PM 10  en  önemli  kaynakları  ilimiz  için  ne  olabilirdi?
Enerji  üretimi
2007  yılında  mobil  santraller  çalışırken Tekkeköylülerin  önceki  yıllara  göre  normalin  kaç  katı  PM  10  solumuşlardı?
6 katı
16  katı?
66 katı?
Haziran  2010 da  Çin’de  yapılan  Dünya  Kardiyoloji  Kongresinde  2  saatlik  ‘’Hava  kirliliği  ve  Kalp’’  başlıklı  oturumu  katılmıştım.
Neler mi  anlatıldı?
Dünyada her yıl hava kirliliğinden 3 milyon insan ölmektedir. Bu değer dünyadaki toplam ölümlerin %5’ni oluşturmaktadır. ABD’de her yıl 60.000 kişi partikül madde kirliliğinden ölmektedir.
Yapılan bir çalışmaya göre PM10 için günlük ölçüm değeri, aştığı zaman erken ölümler, ortalama yaşı 14 yıl gibi, kısaltmaktadır.
Kalp  krizi  riskini  yükseltmektedir.
Ani  Kalp  ölümlerine yol  açmaktadır.
Şimdi  daha  açık  anlıyor musunuz?
Tekkeköylülerin  ve  bir  avuç  erk parfümsüz, anti-şirket  medyanın  uğraşını..

OTİZM VE HAVA KİRLİLİĞİ

OTİZM  VE  HAVA  KİRLİLİĞİ
DR.CEM  ŞAHAN
Temel  sağlık  anlayışını  koruyucu  sağlık  hizmetleri  üzerine  odaklamadıkça,  bu  ülkede/kentte  sağlıklı  olma  durumu  yaratmak  mümkün  değildir.  Hava  kirliliğinin  arttığı,  her  gün  yüzlerce  kimyasallara  maruz  kaldığımız,  gıda  güvenliğinin  yok  sayıldığı  bir süreçte,  dünyanın  en  yüksek  standartlı  hastane  zincirlerini  kentte  yığsanız,  temel  olarak  bu  kentin sağlıklı  olma  durumuna  katkı  sunamazsınız.
2007 de  gayri  hukuki  olarak  çalıştırılan  Tekkeköy  mobil  santrallerlnden ortama  normalin  66  katı  fazla  salınan  PM 10  maddesinin,  bu  kentte  kaç  Akciğer  kanseri  yarattığını  biliyor muyuz?
Yoksa  hala  okul  yaptırırsanız,  bu  santrali  açarsınız  söylemine mi  sığınıyorsunuz.
Yerel  gazeteleri,  ilan  ve  reklam  parasına  boğan, bu  gazetelerde  çevre  hakları  savunucuları  insanların  yazı  ve  haberlerini  engelleyerek,  kentin  belediye  otobüslerini  reklamlarla  donatarak,  Tekkeköy, Terme, Çarşamba’da  zehir  saçan  santrallerinizden,  bu  halkı  koruyacağınızı mı  sanıyorsunuz?
Kentin  başyazarı  açıklayabilir mi  iktidar  parfümlü  gazetesinin  bu santral  şirketinden  kaç  lira  reklam  parası  aldığı?
Yoksa  Pazar  masallarında, hayat  dersleri  vermeye  çalışırken  her  düşünen  insan  tarafından  düştüğü  traji-komik  halleri, güce  tapan  yalnızlıkları  , komedileri  yine  güçle mi, güçlüyle mi  aşmak  ister?
…………………….
Bugünlerde  bilimsel  çevrelerde  çok  konuşulan  hava  kirliliği,  otizm  ilişkisine  dair  bir  kaç  satır  yazmaktı  amacım.
Hava  kirliliği  deyince  ister  istemez santraller  ve  Tekkeköy  geldi  aklıma.
Otizm  Hızla  yayılıyor.
Tüm  ülkelerde  sıklığı  artıyor.
ABD’de her 150 çocuktan biri  otistiktir.
Sıklık bilinmemekle birlikte otizm Türkiye’de de çığ gibi artmaktadır
Karşılıklı sosyal etkileşimde, sözel iletişimde bozukluklar ve basmakalıp stereotipik davranış örüntüsü ile karakterize  olan  Otizm  adeta  bir  salgına  dönüşüyor.
Bir  çok  kimyasal,  modern  yaşamın  getirdiği beslenme  biçimleri hastalığın  oluşmasına  katkı  sunuyor.
Yani  çocuklarımızı  zehirliyoruz  bir  bakıma.
Geçenlerde, Journal Environmental Health Perspectives isimli tıp dergisinde yayınlananbir   çalısmada,otizm  ile  hava  kirliliği  arasında  ilişki  gösterildi. Los Angeles'ta  Çocuk Hastanesi'nin Saban Arastırma Enstitüsü'nde yürütülen çalısmada,  çevre yoluna 300 metre uzaklıkta yasayan bebeklerin otizm riski altında olduğunu açıklandı.
Bu  kente, okul  yaptırma  masalları ve reklam  girdileri  ile sessizliğe  büründürdüğünüz  medya    ile  getirdiğiniz  kirli  santraller,  çocuklarımızı  zehirliyor.
Anlıyor musunuz?

11 Aralık 2010 Cumartesi

SAMSUN İNTİHAR VE ŞİDDET KENTİ OLMUŞTUR.

BASIN  AÇIKLAMASI
SAMSUN  İNTİHAR  VE  ŞİDDET  KENTİ  OLMUŞTUR.
12.ARALIK.2010
            Geçen  hafta,  bu  kentte  bu  kente  hizmet  vermiş  2  insanın  intiharına  şahit  olduk.  Bu  süreç,  bir  iki  köşe  yazarının  hassasiyeti  ile  geçiştirilmeyecek  kadar  önemlidir.
Samsun’da  şiddetin, intiharın, depresyon  olgularının  arttığı  bir  süreci  yaşıyoruz.  Toplumsal  dinamiklerinin  Samsun’da  ruh  Sağlığını  bozduğu  sosyolojik  bir  krizin  eşiğinde  olan  bir  kentte, kamu yönetimsel  tercihlerin  hala  yanlış  iktisadi  modellerle  yönlendirilmesi, sorgulanması  gereken  bir  süreçtir.
1- TBMM  Şiddet  Komisyonu  Raporu  2008  yılında  bir  çok  parametrede Şiddette Samsun’u  birinci  il  ilan  ederken, maalesef  Samsun  kamu yönetimi  Marka  Yolculuğu  gibi  iktisadi  olarak  boşlukta  duran  projelere  yönelmiş, sosyolojik  ve  psikolojik  çalışmalar  ve  gruplar  başlatılamamıştır.  Samsun  bu  konuda  bilimsel  çalışma  yapmaya  zorunludur.
2-İntihar  girişiminde  bulunan  ve  yaşama  devam  tüm  bireylerin  sosyolojik  ve  psikolojik  incelenmesi  yapılmalı  ve  destek  programları  oluşturulmalıdır.
3- Sağlık Müdürlüğü Ruh Sağlığı Şube Müdürlüğü bünyesinde Psikolojik Danışma Destek ve Eğitim Merkezi oluşturulmalı  ve  etkin  çalışmalar  yapmalıdır. Devlet İstatistik Enstitüsü 2003 yılı verilerine göre Türkiye’de 2.705 intihar vakası tespit edilmiştir. Sayısal olarak bakarsak Türkiye’de her 3,5 saatte bir “1” intihar gerçekleşmektedir. Samsun   2009-2010  intihar  ölümleri  55  civarındadır. Böyle bakıldığında aslında intiharın sosyal bir problem olduğu açıkça görülmektedir. İntihar “bireyin duygusal, ruhsal ya da sosyal sebeplerin etkisiyle kendi hayatına son vermesi olarak tanımlanmaktadır
4-Günümüzde ruh sağlığı genel sağlığın ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmektedir. Ruh sağlığı ile ilgili sorunlar sık görülmeleri, yeti kaybı ile sonuçlanabilmeleri ve ekonomik kayıplara neden olabilmeleri nedeniyle toplumsal açıdan büyük bir öneme sahiptir. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre küresel düzeyde hastalık yükünün % 12.3'ünün ruh sağlığı ile ilgili sorunlar oluşturmaktadır. Türkiye'de de saha araştırmaları ruh sağlığı bozukluklarının yaygınlığının % 20 dolayında olduğuna işaret etmektedir. Ruh sağlığı hizmetlerinin birinci basamak sağlık hizmetlerine entegrasyonunda yaşanan sorunlar   aşılmalı  ve  bu  konuda  çok  hızlı  eğitim  programları  uygulanmalıdır.
5-Samsunda  gençler  arasında  intihar  düşüncesi  yaygındır. Bu  konuda  Milli  Eğitim  Müdürlüğü  projeler  geliştirmelidir.
6-İntihar eğiliminin başlıca sebeplerinin 30  yaş  sonrası  işsizlik ve göç, yoksulluk ve şehir hayatına ayak uyduramama gibi olguların oluşturduğunu Samsun  için  belirgindir.      
7-Samsun’da  son 10 yılda yaşanan ekonomik krizlerle birlikte, işsizliğin boyutları giderek artmış ve sonuçları bakımından işsizlik sadece ekonomik bir problem olmaktan çıkarak öncelikle sosyal bir problem kimliği kazanmıştır.  Ekonomik kaynaklı nedenleri bir arada değerlendirdiğimiz taktirde (Geçim zorluğu ve Ticari başarısızlık), intihar nedenleri arasında   önemli  bir  yer  tutmaktadır.
8-Ruh  sağlığı  koruyucu  çalışmalarına  öncülük  edilmelidir.
9- Samsun  il  merkezinde  ve  ilçelerinde  son  8  ayda  çok  sayıda  intihar  olayı  gerçekleşti.  Bu  intiharların  bir  kısmı  ise  ölüm  ile  sonuçlandı.  Geçen  yıl Samsun'un Vezirköprü ilçesine bağlı Beşpınar Köyü İlköğretim Okulu'nda üst üste intihar olayları meydana  geldi.  İntihar  Önlenebilen  halk  sağlığı  sorunudur.  Soruna çok disiplinli bir çalışmayla, özellikle planlı bir ruh sağlığı politikası ile yaklaşılması gerekmektedir.
10-Kente  uygulanan  yanlış  ekonomik  politikalar  ve  kriz  ile   birlikte işsizliğin boyutlarının giderek arttığı, geçim zorluğu ve ticari başarısızlıkların intihar nedenleri arasında  olduğu gerçeği  göz  önünde  tutulmalıdır.
SAMSUN  İÇİN  İNTİHARLARI  ÖNLEME EKONOMİ  ACİL  EYLEM  PLANI OLUŞTURULMALIDIR. Sağlık Bakanlığı ve diğer sağlık kuruluşları öncülüğünde ruhsal destek ünitelerinin kurularak hızla yaşama geçirilmesi,  yaygınlaştırılması temel  yaklaşımdır.İşten  atılan  tüm  işçiler  ve yakınları  sosyal  güvenlik  kapsamı alınmalıdır. Acilen  kent  yoksulluk  profili  çıkarılmalıdır.İşsizlerin ailelerine ve çocuklarına yönelik temel yaşam gereksinimlerinin sağlanmalıdır.İşsizlere verilen işsizlik yardımının süresinin uzatılmalıdır.İşsizlerin  ve  ailelerinin sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanmaları sağlanmalıdır.Gelir düzeyinde bozulma nedeniyle dengeli ve yeterli beslenemeyen, sağlıklı konutta yaşayamayan ve sağlıklı yaşamak için gerekli önlemleri alma imkanından mahrum yoksulların sık hastalandıkları bilinen bir durumdur. Samsun’da  tüm  belediyeler  reklam  giderlerini  kriz  döneminde  sıfırlayarak, bu  kesime  doğrudan  temel  vatandaşlık  geliri  sağlamalıdır. Bu  şehirde  önemli  bir  istihdam  modeli  olan  TAŞERONLAŞMA konusunda    güvencesi  sağlanmalı  ve  taşeron  işçilerin  ücretlerinin  geciktirilmeyeceği  gerçeği  SAMSUN  Valiliği  tarafından  denetlenmelidir.Çalışan kesimlerden sağlık hizmetlerinde alınan  katkı payları ve ilaç yüzdeleri kaldırılmalıdır. Her düzeyde eğitim kurumlarında/ okullarda ruhsal ve bedensel rahatsızlıklara karşı eğitim programları hazırlanmalıdır. Yoksun ve yoksulların kullandıkları ulaşım, su, elektrik ve ısınma için gerekli enerji kaynağı ücretsiz olarak temin edilmelidir.
UZM.DR.CEM  ŞAHAN
TÜRK  TABİPLERİ  BİRLİĞİ
BÜYÜK  KONGRE  DELEGESİ

HAMBURGER VE ORTAK AKIL PROJESİ

HAMBURGER  VE  ORTAK  AKIL  PROJESİ
-CUMARTESİ  NOTLARI-
            Bugün  melike  hamburger  istese, ya da aklımızı  ortaklaştırsak, ya da  sömürgecilik – emperyalizm –Küreselleşme  tarihsel  yansımaları  ile  uğraşsak, sonra  Edward  Said’in  Kültür  Emperyalizmini okusak, yenik  mahalle  bakkalına  gitsek ve  o  çok  uluslu şirket  yansımalarını  görsek, bilgi  paylaşımlarını  ile ulus-devlet  bitti  medyası  canımızı  sıksa, Samsun’da  gezinsek……
1970 de  Amerikalılar  fast food’a  yaklaşık  6  milyar  dolar  harcamışlardı.  2001  de  ise  110  milyar  dolardan  fazla  harcadılar.  Bu  rakam  yükseköğretime  harcana  paradan  daha  yüksektir.  Ya  da tüm  Afrika’da  ölümleri  %1000  azaltacak  sağlık  projesi  için  gerekli  ekonomik  kaynaktan.
 Amerika’da okul  çağındaki  çocuklar  arasında  yapılan  bir  ankette  en  tanınan  kişilik  %96  ile  Ronald  Mc Donald.
Simplot, Lamb Weston  ve  Mc Gin  daha  küçük  rakiplerini  satın  alarak  Amerikan  dondurulmuş  patetes  pazarının  yaklaşık  %80’ini  ele  geçirdiler. Fast-Food  şirketleri  dondurulmuş  patetes  kızartmalarının  kilosunu  14  sentte  alıyor, yağda  ısıtıp kilosunu 2.7  dolara  satıyor. Bir  fast-food  restoranında  büyük  boy  bir  patetes  kızartmasına  ödenen  1.5  doların  sadece  2  senti  çiftçiye  gidiyor.
Missori  Üniversitesinde  çalışan  Sosyolog  William  Hefferman,  Amerikan  tarım  ekonomisini  kum  saatine  benzetiyor. Üstte  yaklaşık  2  milyon  çiftçi, altta  275  milyon  tüketici,  ortadaki  dar  kısımda  ikisinin  arasındaki  her  ilişkiden  kar  eden  bir  düzine  kadar  çok  uluslu  şirket.
2.  dünya  savaşından  sonra  işlenmiş  gıdaya  lezzet  vermeye  yönelik  dev  bir  endüstri  ortaya  çıktı. ‘’AROMA  ENDÜSTRİSİ’’.  Aroma  Endüstrisi  gizli  çalışıyor. IFF  ve  Givuden  dünyanın  en  büyük  2  aroma  şirketi.  Tüm  işlenmiş  gıdalara  aroma  ekleyerek  tat  veren  şirketler.  Hamburger,dondurma, cips, şekerler, diş  macunu,  her  türlü  işlenmiş  ürüne  ‘’Yapay  Aroma’’  katılıyor.  IFF  ayrıca  ABD’nin  en  çok  satan  10  parfümünün  6 sının  aromalarını  imal  ediyor.  Aroma  gıdanın  tadının  yüzde  90’ını  belirliyor.  Amerikan  aroma  endüstrisinin  yıllık  geliri  1.5 milyar  dolar.
Aroma  sağlama  olayı  tamamen  kimyasal  reaksiyonlara  dayanıyor.  Bazı  kimyasal  maddeler in  ağızda  verdiği  tat  esası  ile  çalışılıyor. Gıdalara  etil-2-metil  bütirat  eklerseniz  elma  kokusunu, metil-2-peridilketonu  eklerseniz  mısır  tadını  veriyor. Örneğin heksanal  taze  kesilmiş çimen  kokusu, 3-metil butanoik  asid  vücut  kokusu  veriyor.  Bu  kimyasal  aromalar  besinlerimize  ve  parfümlere  katılarak  tad  ve  koku  sağlanıyor. Badem  aroması  olan  benzelaldehit  çok  az  miktarda da  olsa  zehirli  siyanür  içeriyor.
ABD her  gün  yaklaşık  14  kişinin  ölümüne,  1000  kişinin  hastaneye  yatmasına  neden  olan  200.000  gıda  zehirlenmesi  meydana  geliyor. Amerikan  nüfusunun  dörtte  biri  yılda  en  az  bir  kez  gıda  zehirlenmesi  geçiriyor.  Fast-food  kaynaklı  mikroplar  uzun  dönemde  süreğen  kalp krizi, bağırsak  iltihabı, sinirsel sorunlar, böbrekte  hasara  neden  olabiliyor.
Tıp  araştırmacıları, gıda  işleme  yöntemleriyle  tehlikeli  hastalıkların  yayılması  arasında  önemli  ilişkiler  saptadı. Amerikan  Tarım  Bakanlığı  1996 da  işleme  fabrikalarından  alınan  sığır  kıyması  örneklerinin  yüzde 7.5 inde  Salmonella, Yüzde  11.7 sinde  Listeria  monocytogenes, Yüzde  30 S.aureus  ve  %53’ünde  C.Perfiregens  mikroplarını  ürettiler. Bu  önemli  bir  gıda  güvenliği  sorunu  idi.
ABD  Fast-food  sektöründe  rekabet  arttıkça, yabancı  pazarlara  yönelmeye  başladılar. Bu  projeye  ‘KÜRESELLEŞME  PROJESİ’’  adını  taktılar.  Fast-food  zicirleri  gelişmekte  olan  ülkeler  için  gelişimin  totemleri  haline  geldi.  Sosyologlar  bu  uluslararası  fast-food  şirketlerini  modernleşme  umudu  olarak  tanımladılar.  ABD de  olduğu  gibi  reklam  ve  promosyon  çocuklardan  başlıyordu. Artık  Fast-food  tüm  mallardan  farklı  olarak, yabancı  tüketiciler  tarafından  tüketilen  bir  Amerikan  kültürü  formuna  dönüştü.
1980 lerde  en  şişman  ve  en  sağlıksız  çocuk  nesline  sahibiz  diyen  ABD’li  bilim  adamları, Türkiye’de  meslektaşlarına  ipuçları  veriyorlardı.  Tarihte  hiç  bir  millet  bu  kadar  kısa  sürede  bu  kadar  çok  şişmanlamadı  söylemi  gelişmekte  olan  ülkeleri  ortak  dili  oldu.
Sonra  diğerleri  geldiler.
Her  şeyleri  ile  geldiler….
Değişen  sosyolojik  açıdan  tüketendi  aslında  yavaş  yavaş  tükenen.
Kültür, umut  karıştı.
Hala  ORTAK  AKIL MI  üreteceğiz?
(07.07.2008)

ARSENİK NEDİR YA DA ERK’İN YOK ETME YÖNTEMLERİ

ARSENİK  NEDİR  YA DA  ERK’İN  YOK  ETME  YÖNTEMLERİ
DR.CEM  ŞAHAN
Bilim  arsenik  oranı  Kızılırmak  suyunda  2  kat  fazla  diyor.  Belediye  arsenik  miktarı  tehlike  arz  etmiyor  diyor.  Sağlık  Bakanlığı da  belediyeye  destek  veriyor.
Belediye  Avrupadaki  su  örneklerini  göstererek  ‘’Onlar  İçiyor Ölmüyor’’ diyor.
Su  şişeleri  ile  medyaya  poz  veriliyor.
Arsenik  ünlü  oluyor.
Arsenik  medyatik  oluyor.
Şehirli  suya  devam  ediyor.
Piyasa  suçlanıyor.
Su  spekülatörlerinin  yanlış  bilgilerle  vatandaşın  kafasını  karıştırdığı  ileri  sürülüyor.
Akıllarımıza  Çernobilden  sonra  1987 de  yok  edilmeye  çalışılan  ODTÜ  Raporu  geliyor.
Bakanın  Radyasyonsuz! Çay  içmesi
Artık  arsenik  medyatik  oluyor.
Birleşmiş  Milletlerin  2006  tarihli  İnsani  Gelişme  Raporunda  Türkiye  sularında  arsenik  zehirlenmesi  ihtimali  olan  ülkeler  arasında  gösteriliyor. Bu  raporda  60  milyon  insanın  arsenik  zehirlenmesi  tehditi  altında  olduğu  bildiriliyor. Gelecek  50  yıl  için  yapılan  projeksiyonda  2.5  milyon  arsenik zehirlenmesi  vakası  öngörülüyor.
Arseniğin  çevreye  başlıca  yayılma  ve  taşınma  yolu  sudur. Dünyada  her  yıl  50.000 ton  arsenik  türevi  endüstride  kullanılıyor.  Arsenik  bileşikleri  herbesit, böcek  öldürücü, bazı  deterjanların  yapımında, boya  pigmentlerinde, deri  ve  kağıt  endüstrisinde, seramik, cam  ve  lastik  imalatında  kullanılıyor.
Endüstriyel  atıkların  çevreye  bırakılması  ile  yer altı  sularına  ulaşıyor.  Pek  çok  ülkede  içme  sularında  arsenik  sorunu  var.  Arjantin, Şili, Bangladeş, Çin, Meksika  ve  Türkiye.
Uzun  süre  arsenikçe  zengin  suları  tüketen  toplumlarda  arsenik  zehirlenmesi  olur. Arsenik  bir  çok  cilt  hastalığına, cilt, akciğer, yemek  ve  idrar  borusu, tiroid  kanserine  yol  açar. Cilt  lezyonları  sudaki  arsenik  düzeyi  ile  ilişkilidir. Japonya’da  bir  araştırmada arsenik  zehirlenmesine  10  yıl  maruz  kalındığında  Bowen  Hastalığı, 20  yıl  sonra  cilt  kanseri, 30 yıl  sonrada  akciğer  kanseri  oluştuğu  kanıtlanmıştır. Kütahya  Emette  yapılan bir  çalışmada  Emet  ve  civarında, uzun  süre  arsenik içeren sulara maruz  kalan  kişilerde  cilt  ve  iç organ  kanser  olgularının  artabileceği  gösterilmiştir. Süreğen  maruziyetlerde iştahsızlık, kusma, dişetlerinde  kanama, dişetlerinde  siyah  çizgi, cilt  hastalığı, şiddetli  deri  döküntüsü, kolik, nefeste  sarımsak  kokusu, el ve  ayak  tırnaklarında  açık  lekeler  belirgin  özelliklerdir.  Yıllarca  arseniğe  maruz  kalmış 16  endüstri  işçisinde  yapılan  çalışmada  7  cilt  kanseri, 8  akciğer  kanseri  olduğu  gösterilmiştir.
Napolyan  bir  kez  daha  sahneye  çıkıyor. 1821 de  St.Helena’da  ölen  Napolyan  Bonaparte’ın  ölümünden  140  yıl  sonra  yapılan  incelemeler  ünlü  komutanın  arsenik  zehirlenmesinden  öldüğünü  ortaya  koyuyor.
            Tarih  arseniği  güçlü  kılıyor.
            15.yy’da  İtalya’da  arsenik  ile  hazırlanan  ‘’Aqua Toffana’’  adlı  zehir  ile  Rodriga  Borgia,  II.Beyazıttan  300.000 duka  altın  alarak  Şehzade Cem’i  zehirliyor. Bu  cinayetin  cezasını Borgia  hizmetçisinin    kendine  verdiği  zehirli  şarabı  içmek  süretiyle  ödüyor.
            Arsenik  gerçeği  değişmiyor.
            Tüketim  toplumuna  dönüşmüş  Türkiye’de endüstriyel  atıkların  yer altı  sularına  ve  büyük  ırmaklara  karışması  sonucu  sularda  arsenik  miktarı  artmaktadır. Arsenik  içme  sularında  bilinen  en  toksik  maddedir.  Türkiye  içme  sularını  bu  yönden  sürekli  takip  etmelidir
            Bafra’da, Tekkeköy,de, Ladik’te  içme  sularında, çocuklarımız  saç  tellerinde, Kızılırmakta ve  Yeşilırmakta  arsenik  düzeyi  nedir?
            (17.06.2008)

ÇEVRE BİLİNCİ, KYOTO VE DİĞERLERİ ÜZERİNE

ÇEVRE  BİLİNCİ, KYOTO  VE  DİĞERLERİ  ÜZERİNE
DR.CEM  ŞAHAN
Kaosu  tanımlanmaya  karşı  süregelen  isteği, kaosun  tanınmazlığı  üzerine  söylenecek  sözlerle   tamamlamak  akıl  gereği  olsa  gerek.  Ya  da onun (blogtaki  adam)  tanımladığı  gibi  Kaos bunaltıdır, çünkü özgürlüktür. Dağ soğuğu, kış beyazıdır. Doğup kalakalmadır, muhtaçlıktır, yoksunluk, zayıflıktır. Ana rahmini özletecek kadar pişmanlıktır. Hakikatsizliktir. Körün körle dövüşüdür. Keyfiyettir, başına buyrukluktur. Zorbanın, zalimin, haydudun, eşkıyanın, yol yordam bilmezliği, erdem tanımazlığıdır. Tornadonun, kasırganın, fırtınanın, depremin selin gazabıdır, kaçıp gitmek en iyisi. Burgaçtır, bir kara deliktir ne var ne yok içine çeken.
            Türkiye  Kyoto  protokoluna  imza  koyacağı  haberi  ile  Dünya  Çevre  Gününü  geçirirken,  okullar    Kırım-Kongo  Kanmalı  Ateşi riski  varken  öğrencilerine  çalı-çırpı  toplatıp  çevre  bilinci  verirken,  Çarşamba’da  Çevre  Birlikteliği  Termik  Santrallerin  sağlığa  ve  çevreye  vereceği  zararları  halka  anlatırken, ÇEVRE  BİLİNCİ  EĞİTİMİnin  gerekliliği  üzerine  kaotik  bir  düşünce  geliştirmişti.
            Kyoto  protokulu  hangi  sürecin  eseriydi?  Hangi  temel   felsefenin  duruşu?  Hangi  temel  akımın  çevreye  bakışı?  Hangi  insanın  yansıması? Hangi  tüketim  ideolojisinin  göstergesi.
Kyoto Protokolü, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması'nın yasal olarak bağlayıcı bir eki niteliğinde  bir protokol, adını Japonya'nın Kyoto kentinden alıyor. Sera gazı emisyonlarında indirime gidilmesi konusunda ilk anlaşma Kyoto kentinde 1997 yılında yapılan zirvede sağlanmıştı. Bu protokole göre, sanayileşmiş ülkeler ile piyasa ekonomisine geçiş sürecindeki ülkeler atmosfere saldıkları sera gazı miktarlarında indirime gitmeyi kabul ediyorlar. Kısaca  daha  az  tüketmeyi. Kyoto Protokolü sanayileşmiş ülkelerin önüne, sera gazı emisyonlarında 2012 yılına kadar ne kadar indirime gideceklerini belirleyen somut hedefler koyuyor. Amaç altı sera gazının – karbon dioksit, metan, nitrous oksit, sülfür heksaflorid, HFC'ler ve PFC'ler – 2008-2012 arası beş yıllık ortalama salınım değerlerini azaltmaktır. Ulusal hedefler AB ve başka bazı ülkeler için %8'lik, ABD için %7'lik, Japonya için %6'lık azaltma, Rusya için %0 değişiklik ve Avustralya için %8 ile İzlanda için %10'luk bir artış şeklinde çeşitlilik göstermektedir.
            Küresel  ısınma  ile  yaşam  döngüsü  değişen  kenelerin  yaydığı  hastalığa  karşı  KORKU  TOPLUMUNA  dönüşmüş  Samsundan  Kyotoya  bakmak  ne  anlama  geliyor..
            Amerika  Birleşik  Devletlerinin  bu  protokolu  niçin  imzalamadığını  görmek  ile  termik  santralleri  savunmak  aynı  kaotik  ucun  ayna  görüntüleri midir?
            Ya da  kaosun  diğer  sarmalından  bakarken  karşımıza  çıkan  şu  görüş:
Küresel İklim Değişikliğini durdurmak isteyen herkes, Kyoto Protokolüne karşı olmalıdır.  Çünkü protokol hiç bir şekilde Emisyon salınımlarını azaltmamakta, aksine durumu daha da kötüleştirmektedir. Toplumsal adaletin hakim olduğu, tüm insanların özgür bir yaşama eşit olanaklarla ulaşabileceği bir dünyada yaşamak isteyen herkes Kyoto Protokolüne karşı savaşmalıdır. Çünkü Kyoto Protokolü aynı zamanda eşitsizlikleri yeniden üretmektedir ve sömürü zihniyetinin bir uzantısıdır.
            Kaosun  ufak  sarmalından  çıkan  farklı  şu  düşünce :
‘’Neoliberalizm, para dolaşımı mantığının modernleşmesi ve yaygınlaşmasıdır. Neo- liberalizm ile birlikte, kısa süre içinde,  önceden kamuya ait olan ve kamunun yasa ve düzenlemelerine tabi olan yaşamsal öneme sahip alanlar özel sektörün piyasa mantığına göre düzenlenmiş karı maksimize etme güdüsüne teslim edilmiştir. Bu durum neo- liberal dev pazarın mimarlarını İklim Değişikliğinin gündemde olduğu bir dönemde zekice bir plana sevk etmiştir: Havanın kendisi mala dönüştürülemiyorsa, “Havayı Kirletme Hakkı“ piyasanın ellerine teslim edilebilir. Kyoto Protokolü, sera etkisi olan gazları özellikle CO2  yi kapsar ve hepsi CO2  eşdeğerliliğine göre ölçülür.  Kyoto Protokolüyle Havanın piyasalaştırılmasının hipotezi oluşur. Böylece hava artık herkese ait olmaktan çıkıp, onu kirletme hakkının satılabilir alınabilir bir mala dönüştürülmüştür. Havayı kirletme hakkı parça parça güçlü şirketlere devredilmiştir’’
Düşüncemiz  bulanıklaşıyor
Bilgi   kararıyor.
Beyaz  kirleniyor.
Akşam  oluyor.
Doğada yaratılan tahribatın giderilebilmesi için tek yol temiz enerji kaynakları ve teknolojileri kullanmak ve geniş bir seferberlik anlamına gelen çalışmalar yapmaktır. Bunun anlamı ise mevcut üretim sisteminin kökten değiştirilmesi, dünya ölçeğinde planlı, doğa ve insanla barışık hale getirilmesidir.
Türkiye  Kyoto  protokolunu  imzalasın mı?
(08.Haziran.2008)

9 Aralık 2010 Perşembe

KRONİK YOKSULLUK

KRONİK  YOKSULLUK
DR.CEM  ŞAHAN
Bugün  Samsun’un  Vezirköprü, Ladik, Asarcık, Salıpazarı  ilçelerindeki  ve  köylerindeki  çocuklar  Kronik(süreğen) yoksulluk  çemberi  içindedirler.  Yoksulluk, yalnızca  ekonomik  anlamı  olan  bir  terim  değildir.  Bugün  uluslar arası  literatürde bahsedilen  ‘’modern  yoksulluk’’  kavramıdır. 16.yüzyılda  Avrupa’da  bugünkü  iktisadi  modelin  çıkmasıyla  yaşanmaya  başlayan  bir  olgudur.  Modern  yoksulluk, kapitalizm  ile  birlikte  tarımın  terk  edilmesi, insanların  topraklarından  kopması, artan  kentleşme  ile  birlikte  ele  alınmalıdır. Yoksulluk  sürecinin  arttığı, gelir  adaletsizliğinin  belirginleştiği  1980-2009  dönemini  değerlendirdiğimizde  Türkiye’de  1980 de  %50’nin  üzerinde  olan  tarım  istihdam  oranı, 206 da  %27’e  düşmüştür.
Çocuk  yoksulluğu  KIRILGANLIĞI  içerir.
Kırılganlık  kavramı, en  çok  korunma  gereksinimi  içinde  olma  durumunu  ifade  eder.  Bu  kavram  zayıflık, korunmasızlık, güvencesizlik  ve  temel  insani  gereksinimlere  erişememe  gibi  somut  biçimleri  içinde  barındırır.
1990 lara  kadar  yoksulluk, maddi  zenginlik  biçiminde  maddi  boyutuyla  tanımlanırken, son  zamanlarda  kırılganlık  ve  sağlık-eğitim  ve  çevreden  yararlanma  gibi  temel  yeteneklerin  yapılabilirliğinin  olamaması  şeklinde  farklı  ölçütler  bu  tanımda  ön  plana  çıkmaktadır.
Bu  boyutuyla  Samsun’un  kırsal  ilçelerinde  çocuk  yoksulluğu  kentsel  kazanımlar  üzerinden  tekrar  tanımlanmalıdır.
Vezirköprü’de  çocuk  kırılganlığı  nedir?
Asarcık’ta  çocuk  kırılganlığı  nedir?
Ladik’te  çocuk  kırılganlığı  nedir?
Kronik  yoksulluğun, salt  ekonomik  haklardan  yoksun  olma  değil, aynı  zamanda  uzun  süreli, nesilden  nesile  aktarılan  yoksulluk  anlamına  geldiği  gerçeğini, kronik  yoksulluğun  geçici  yoksulluktan  ayıran  temel  özelliğin  bireylerin  bu  döngüyü  kırıp  yoksulluktan  kurtulabilme  olasılıklarının  çok  düşük  düzeyde  olması  ya da  hiç  olmaması üzerinden  gözden  geçirmeliyiz.
Son  10  yılda  Samsun’da  istihdam  sağlama  şeklinde  biçimlenen  kentsel  gösterinin, kuru  bir  politika  olduğu, Samsun  kırsal  gerçeği  ile  çakışmadığı, kronik  yoksulluk  üzerindeki  çemberi  kırmada  etkisinin  olmadığı  temel  önerisinin  mantık  dilinde  karşılığının  ‘’Doğru  bir  önerme’’  olduğunun, kabulü  ile  başlanmalıdır.
Kronik  yoksulluğun  unsurlarını  bilmelidir  bu  kent.
Süreklilik
Sosyal  destekten  yoksulluk
Yoksulluğun  şiddetli  bir  biçimde  yaşanması
Çok  boyutlu  yoksunluk
……..
Süreklilik, bireyin beş  yıl  ya da  daha  uzun  süre  yoksul  olması  şeklinde  tanımlanmaktadır.  Bu  sürenin  en  önemli  özelliği, bireyin  yoksulluktan  kurtulabilmesi  için  gerekli  olan  yeteneklerini de  kaybetmesine  neden  olan  süre olmasıdır.  Yani  UMUT  yitimidir. Kısaca  güç  yitimidir.
Samsun  İlçelerinde  kronik  yoksulluğun  en  temel  unsurlarından  biride  sosyal  destekten  yoksunluktur. Bu  kavram  esasen  sosyal  koruma  sisteminden  yararlanamamayı  ifade  eder.  Tam da burada  yoksulluğun  geçenlerde  rastladığım  bir  tanımını da  yazmak  isterim.’’İnsanların  sesinin  olmaması, derdini  anlatamamasıdır  yoksulluk’’
Sosyal  destekten  yoksun  olma, ayrımcılık, saygı  görmemem  ve  ihmaller  üzerinden  şekillenir.  Ayrımcılık  bireylerin  kamu  hizmetlerine, piyasalara  ve  kaynaklara  erişimini  engeller.  Eğitim, sağlık  ve  gelir  bakımından  yoksul  kalmalarına  neden  olur. Sosyal  dışlanma  bu  sürecin  diğer  kavramıdır.  Sosyal  dışlanma  yoksulluğun  bir  nedeni  olabilirken, aynı  zamanda  sonucu da  olabilir.
Vezirköprü, Asarcık  ve  Kavak  köylerinde  yaşanan  ‘’Çok  Boyutlu  yoksulluk’tur’’ Bu  insanlar  salt  gelirden  değil, aynı  zamanda  sağlıktan  ve  eğitimden  yoksun  olma  gibi  çok  boyutlu  bir  yoksullukla  karşı  karşıyalardır.
Kronik  Yoksulluk  2004-2005  Raporu  Kronik  Yoksulluğun  nedenlerini  ekonomik, sosyal, siyasal  ve  çevresel  olarak  sınıflamaktadır. Bu  rapor  ayrımcılık, yüksek  bağımlılık, kötü  sağlık  koşulları, eşitsizlik, yoksulluk  kültürünü  SOSYAL  NEDENLER  olarak, kötü  yönetim, güvencesizlik, sivil  toplum  örgütleri  ve  meslek  odaları  ile  şiddetli  çatışma  ve  onarı  yok  sayma, bölgesel  göçler, küreselleşmeyi  SİYASL  nedenler  olarak  göstermektedir.
Hani  yaşananlar  düşünürse  ATLILAR bir  gerçeği  atlıyor  gibi  geliyor  bana. Bu  şehir  yoksul ve  yoksundur.
Not: Sayın  Erdem  Erol’un  13.07.2009 günkü  SAMSUN  RAKAMLARI başlıklı müthiş  yazısını ÇOCUK  YOKSULLUĞU  gerçeği  ile de  okumak  gerekiyor  bence.