23 Kasım 2011 Çarşamba

SALİH BERBER VE SAĞLIK ALANINDA GREV

SALİH  BERBER VE SAĞLIK  ALANINDA  GREV
DR.CEM ŞAHAN
Sanırım  8-9  yaşlarındaydım.  Babamın çalıştığı  SEKA  farikasında, fabrika  girişinde  ‘’Bu  İş  yerinde  Grev Var’’  pankartı  asılıydı.  Ben  Grev’in  ne  demek  olduğunu  bilmiyordum  o  zamanlar. Ama  bez  afişe  yazılı, pankarttaki  kırmızı  yazı  dikkatimi  çekmişti.  Çünkü  bizim  evde  babam  memurluktan  arta  kalan  zamanlarda ilçenin – o zaman ki  bucağımızın- esnaf tabelalarını  yazardı.  Ayda  1-2  tane de  araba  yazılarını.  Reklam  alanında da  teknoloji  bu  kadar  gelişmemişti.  Sentetik  boya  ile  fırça  ile  yazılırdı  o  zamanlar  tabelalar. Ben de  11  yaşlarında,  yazın  o  sıcak  günlerinde, bu  işi yaptım üniversiteye  gidene  kadar. 2  yıl  önce  memlekete  gittiğimde  hala  eskimiş, gölgeleri  düşmüş, hafif  küflenmiş, SALİH  BERBER  tabelası  asılıydı, benim  yazdığım.

Sonra  89  Baharını  yaşadım  19’umda..
SEKA  grevi  ve  lokavtı  dün  gibi  aklımda.  Karşı  komşumuz  Özcan’ın babası  işçiydi. Ve  annem  daha  çok  çağırır  olmuştu  yemeğe  Özcan’ları. 
89 yılına 13 bin 500 işçi grevde girmiş, 3 bini aşkın işçinin grevi de 1990 yılına sarkmıştı. 89 yılı en fazla kamu işçisinin greve çıktığı yıl oldu. 30 bin 153 kamu işçisi greve çıktı. Bunlardan 21 bin 179'u Türk-İş, 2 bin 209'u da Hak-İş üyesi işçilerdi. Bağımsız sendikalara üye 22 bin 161 işçi greve çıktı. Çelik-İş üyesi 20 bin demir çelik işçisi (Karabük ve İskenderun), tarihlerinin ilk grevini 137 gün sürdürdüler.
Sonra  1990.
Zonguldak..

………….
‘’Bak işte yaklaşıyor fırtına
Bak yine yükseliyor dalgalar
Yollardan sonra
Yıllardan sonra
şarkılar söylüyor çocuklar
Yollardan sonra
Yıllardan sonra
Yeniden yan yana onlar.’’
22  Kasım’da  Çapa  ve  Cerrahpaşa  Tıp  Fakültesinde  tüm  sağlık  emekçileri  ve  öğrenciler  1  günlük  grev  haklarını  kullandılar.
‘’Performans sistemiyle hasta-hekim ilişkisini puan kaygısı içinde ticarileştiren, tüm hastaneleri kar amaçlı işletmelere dönüştüren, sağlık çalışanlarını güvencesiz, sözleşmeli çalışma sistemine geçirecek olan, öğretim üyelerinin hasta bakmaları ve uygulamalı eğitim yapmalarını, tıp öğrencileri ve asistan hekimlerin eğitim almalarını engelleyen tüm düzenlemelerin iptal edilmesini talep ediyoruz. Eğitim ve bilimsel araştırmaların yapılabildiği, hasta bakım hizmetlerinin yeterli süre ayrılarak nitelikli düzeyde sunulabildiği, özlük haklarımızın tanındığı ve emeğimizin karşılığının çalışma barışımızı bozmadan maaş olarak ödendiği, iş güvencesi ve akademik özgürlüğün olduğu, meslek örgütlerinin işlevsiz bırakılmadığı "tabipliğin kamu ve kişi yararına uygulanıp geliştirilmesinin sağlandığı bir ortamda çalışmak istiyoruz. Taleplerimiz doğrultusunda, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakülteleri öğretim üyeleri, uzman ve asistan hekimleri, öğrencileri ve sağlık çalışanları olarak uyarı amacıyla 22 Kasım 2011 tarihinde hizmet sunamıyor, yetkilileri gerekli düzenlemeyi yapmak üzere göreve davet ediyoruz.’’

Çapa’dan , Cerrahpaşa’ya  Hastalara  Açık  mektubu dağıttılar
2003 yılında başlayan “Sağlıkta Dönüşüm, “Tıp Eğitimi ve Sağlıktaki Yıkım Süreci” devam ediyor. Tıp fakültelerinde, hastaların müşteri olarak görüldüğü ve daha fazla hasta bakılarak döner sermaye gelirlerinin arttırılması esasına dayanan performans sistemine geçildi. Üniversite Hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na devredilmesinin yasal koşulları oluşturuldu. Kamu Hastane Birlikleri kurularak, tüm hastaneleri kar amaçlı işletmelere dönüştürmenin yolları açıldı.

Bu değişikliklerin sonucunda;
Daha fazla hasta bakmamız, daha fazla ameliyat yapmamız isteniyor. Doktorlar hastalara hak ettikleri süreyi ayıramaz noktasına getiriliyor. Beş dakikada bir hasta bakmamız isteniyor. Daha fazla kar etmenin başka yolları aranıyor. Sizler bir hekimin aynı gündeki 100. hastası olmayı ister misiniz?
 Bu sistem başlamadan iflas etmiştir. İstenilen tahlil ve tetkik sayıları arttı. Reçetelerdeki ilaç sayısı arttı. Sağlık harcamaları 2002’de 4.7 milyar dolarken, 2010’da 47 milyar dolara çıktı. Unutmayalım; çalışan biziz, üreten de biziz. Ama, bu faturayı da bizim ödememiz isteniyor.
 Öğrencilerin ve asistan hekimlerin kaliteli eğitim almaları engelleniyor.
Öğretim üyeleri, eğitim veremez, araştırma yapamaz, sağlık hizmeti sunamaz; mesleğini yapamaz duruma getiriliyor. Öğretim üyeleri, sözleşmeli çalışma sistemine geçmeye zorlanıyor. Sağlık çalışanları düşük ücretlerle, güvencesiz, çalışmaya zorlanıyor. Tıp eğitiminde günümüz ve yarınlarımız  yok ediliyor.
 Bu değişikliklerin sonucunda;
 Şimdilik istediğiniz hastaneye kolayca gidebilirsiniz, kolayca ilaç yazdırabilirsiniz. Ancak, eskiden sizin olan hastanelere hasta olarak değil, müşteri olarak gideceksiniz. Giderek her basamakta daha fazla ücret ödeyeceksiniz. Bu sitemden kazançlı çıkacak olan, ne doktorlar, nede hastalarımız olacaktır. Kazançlı çıkan büyük sermaye sahipleri olacaktır.
……………..
Hekimlik  insana  olan  aşktır.
Sağlık  çalışanı  olmak  önce  insana/insana  ait  olana  emek ile  bağlı  olmaktır.
Şair  ile  bitirelim:
yalın ayak çin seddini ,bir ucundan bir ucuna
bu aşk yerinde grev var pankartlarıyla donatalım…..

20 Kasım 2011 Pazar

VAN’DA İNSANLAR  NASIL
DR.CEM  ŞAHAN
Van  depreminde  halkın  insani  vicdani  üzerinden  şekillenen yardım  girişimleri, Van  ve  Eriş’te  yaşayan  halkın  sefalet  şartlarında  yaşamasını  ve  göç  etmesini  engellemiyor.
Şu  kadar  ölen  insan.
Şu  kadar  yıkılan  bina.
Ağır  kış  şartları.
Ama  yetmiyor,
Van’ın  Afet  bölgesi  olmasına.
Mevcut  erk, Afet bölgesi olunca para belediyeye gidecek, ya o paraların ne yapılacağını, nereye gideceğini iyi biliyorsunuz diyor.
İnanmak  gelmiyor  içimden.

Van  ve  Eriş afet  bölgesi  ilan  edilse  neler  olacaktı?
* Mevzuata göre bir bölgenin afet bölgesi ilan edilmesi halinde tüm maddi kayıpları devlet karşılamak durumundadur.Yani sağlık gibi hizmetlerin ücretsiz olarak karşılanması, kamu personeline yolluk, harcırah, avans ödemelerin yapılması gerekmektedir
*Afetzedelerin taşınmasını gerektirecek durumlarda giderler bakanlık tarafından karşılanacak.
*Devlet hastaneleri ve askeri hastanelerde bulunanlara parasız bakılacak
*Yapılardaki hasarı tespit etmek üzere ilgili bakanlık görevlendirilecek.
*Binaların yıktırılması ya da boşaltılması gereken hallerde bu durum mal sahibine bildirilecek. Mal sahibinin bu karara üç gün içinde itiraz etme hakkı bulunacak.Hazırlanan hasar tespit raporlarına 30 günlük itiraz hakkı bulunacak. Hasar görmüş binaların tamiri yapılıncaya kadar içine girilmesine izin verilmeyecek.1 yıl içinde tamir ettirilmeyen binalar yıkılacak.
*Afet bölgelerinde fen kurullarınca tehlikeli görülen yerler yapı ve ikamet için yasaklanacak. İmar planının değiştirilmesi gereken yerlerde, planlar 5 ay içinde yaptırılacak. İzin verilen geçici baraka inşaatının 1 yıl içinde yıkılması zorunlu olacak.
Ama  Van  afet  bölgesi  ilan  edilmedi.
Yurttaşların  gösterdiği  hassasiyetin, erkler  tarafından  gösterilmediği  konusu  sısk  sık  gündeme  geldi.
Van  depreminin  ilk  gününde  itibaren  Türk  Tabipleri  Birliği  ve  SES  deprem  bölgesindeydi.  Günlük  raporlar  ve  kriz  masası  görüşmeleri  ile destek  sundu. SES ve TTB ekibi deprem bölgesine ilk ulaşıldığı saatten bu güne kadar koordinatör ekibi ile;
depremin sağlık hizmetine etkisi, sağlık çalışanlarının durumu, sağlık hizmetlerine erişim, halk sağlığını tehdit eden sorunların gözetimi, arama ve kurtarma faaliyetlerinin izlenmesi,kriz masası üyeleri ile temas, çadırkent incelemeleri,çevre sağlığına yönelik incelemeler (su, atıklar, çöp),koruyucu hizmetlere yönelik öneriler, deprem bölgesine yapılacak tıbbi ve tıbbi olmayan yardımların yönlendirilmesi,yardım dağıtımlarının incelenmesi,toplu yaşam alanlarının incelenmesi,toplu yemek dağıtımı yapılan bölge belediyelerine ait seyyar mutfağın sağlık açısından denetimi, sağlığın belirleyicileri ile ilgili gözlemlerine yönelik değerlendirmelerini ve önerileri raporlaştırarak kamuoyu ile paylaşmıştır. Bu faaliyetin yürütülmesine TTB Merkez konseyi, SES genel merkezi, TTB olağan dışı durumlarda sağlık kolu ve halk sağlığı uzmanları  destek ve önerilerde bulunmuşlardır. 
VAN TABANLI DEPREMİN 5. DEĞERLENDİRME RAPORU 16 kasım2da  kamuoyu  ile  paylaşılmıştır.
1) Bölgenin ağır kış koşulları düşünüldüğünde çadır bir barınma seçeneği olarak mümkün olan en kısa süre için tercih edilmelidir. Depremzedeler bir an önce sağlıklı konutlara, beslenme rejimine, ekonomik güvenceye, okula, işlerine ve sosyal hizmetlere kavuşturulmalıdır. Aksi takdirde beden ve ruh sağlıklarını korumak mümkün olmayacaktır. Temel gereksinimler sağlanmadan, götürülecek sağlık hizmetlerinin de yararı olmayacaktır.
2)Koruyucu sağlık hizmetleri başta olmak üzere sağlık hizmetleri yeniden re-organize edilmelidir. (Gebe, bebek ve çocuk takibi, aşılama çalışmaları, çevre sağlığı hizmetleri vb.) Özellikle aşılama çalışmaları en kısa zamanda başvuranlara değil tüm gereksinimi olanlara başlanmalıdır. Bu kapsamda yaşlılara grip ve pnömoni aşısı, çocuklara genel bağışıklama programı kapsamındaki tüm aşılar, gebelere tetanoz aşısı yapılmalıdır. Bir an önce tüm ASM’ler açılmalı ve entegre ve etkin bir birinci basamak hizmeti sunulmalıdır.
3)Bölgedeki sağlık hizmetleri; çalışma düzeni iyi ve eşgüdümlü bir şekilde planlanmış rotasyonlarla görevlendirilecek sağlık personele ile sağlanmalıdır. Bölgeye rotasyonla gönderilecek sağlık personelinin de görev tanımları ve görev süreleri belirli olmalı, bölgede kalacakları süre içerisinde olanaklar ölçüsünde altyapı desteği sağlanmalıdır. Depremzede sağlık çalışanlarının birçok sorunu bulunmaktadır ve özel bir psikososyal destek programına ihtiyaçları vardır.
4)Özellikle çocuklarda beslenme dikkatle izlenmeli, beslenme sorunları ile ilgili önlemler alınmalı, takipleri iyi yapılmalı başta Zatürre ve ishal olmak üzere olası hastalıklara karşı dikkatle izlenmelidir.
5) Uzun dönemde ruh sağlığı sorunları giderek artacaktır. Psikolojik ve sosyal yıkımın tespiti ve tedavi süreci; Psikiyatrist, psikolog ve sosyal hizmet uzmanlarının katılımı ile travmaya bağlı sorunlara yönelik kadın ve çocuklar için başta olmak üzere bir çalışma planlanmaktadır.
6)Genel olarak değerlendirildiğinde deprem sonrası yürütülen çalışmalarda koordinasyonsuzluk dikkati çekmektedir. Bu durum sağlık hizmetlerine de yansımaktadır. Temel sağlık hizmetlerinin koordinasyonu henüz tam olarak yapılamamıştır. Özellikle kırsal nüfusa yönelik sağlık hizmet ihtiyacı bulunmaktadır. İl sağlık müdürlüğü  gezici 112 ekipleriyle köylere sağlık hizmeti götürmeli,  acil hizmetlerin ötesinde kalıcı ve bütünlüklü bir birinci basamak sağlık hizmeti kurgulanmalıdır.
7) Bölgenin depremden önce zaten var olan altyapı sorunları yoğunlaşmıştır. Ayrıca Bölgede yoğun bir çevre kirliliği yaşanmaktadır. Yerel yönetimler ve Çevre Bakanlığı ile işbirliği içinde bu sorunlar bir an önce giderilmelidir.
8) Uzun vadeli ve gereksinimi olan herkese yardım organizasyonu planlanmalıdır.
9) Ağır kış koşullarında depremin yarattığı travmanın etkisinde, başka bir seçeneği olmadığı için deprem bölgesinde zor koşullarda yaşamlarını sürdüren depremzedeler için kamunun tüm olanakları seferber edilmelidir.
10)Fazla gecikmeden, başka gündem maddeleri öncelik olmadan, bu depremdeki deneyimlerden de yola çıkarak, daha sonra olabilecek bir afette neler yapılabileceğinin, nasıl hazırlanılabileceğinin planları hazırlanmalıdır.
Van’da  Afet olmamış mıdır?

16 Kasım 2011 Çarşamba

SURİYE VE NEOLİBERAL YAPILANMA

SURİYE VE  NEOLİBERAL  YAPILANMA
DR.CEM  ŞAHAN
Suriye’de  neler  oluyoru,  bu  ülke  yaşamını  31  yıldır  ablukaya  çeviren,  piyasa  bazlı  neoliberal ekonomi  ve  vahşi  kapitalizmi  gören  ve  görebilen  duyarlılık üzerinden  cevaplamak  gerekiyor.  ABD  ve  müttefikleri, Suriye  Devlet  Başkanı’nın  yönetimden  çekilmesini, ‘’Çok  partili, çok  kültürlü’’ ‘’Serbest  piyasayı’’  savunan kapitalizmin  derinlemesine toplumun  tüm  damarlarlarına  işlediği  bir  yeni  Pazar  için  düğmeye  basılmasını  istiyor.
Halkçı-kamucu  ekonomiden,  serbest  piyasacı  ekonomiye  geçilmesinin  zorunluluğu  üzerinden  Arap  Baharı  denilen,  Sorotik  toplumsal  olgu  indükleniyor.
Arap  Baharı  adı  altında  yürütülen  süreç, bu  ülkelerde  ‘’Küçük  Amerika’’  yaratılması  için  sunulan  planın  bir  basamağıdır.  Mısırı  bu  sürecin  dışında  tutmak  gerekiyor.
Prof.Dr. Michel Chossudovsky  bu  konuda  çok  önemli  iki  makale  yayınladı  son  3  ay  içinde. Bu  makalelerin  temel  çıktılarını  kent/Türkiye  bağlamında  son  30  yılda  yaşananlar  doğrultusunda, okumak  NELER  OLUYOR  sorusunu  anlamak  açısından  bir  ilk  adım.
*Suriye’de aralarında ABD, Türkiye ve İsrail’in de olduğu yabancı güçlerin el altından desteklediği silahlı isyancı grupların olduğu ifade ediliyor. İslamcı örgütlere üye silahlı gruplar Türkiye, Lübnan ve Ürdün sınırını aşarak ülkeye girmekte. ABD Dışişleri Bakanlığı da ayaklanmayı desteklediğini açıklamıştı. ABD ülkede rejim değişikliği hesapları yapan Suriyelilerle de ilişkileri genişletiyor.
*ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan Victoria Nuland da bu durumu doğruladı. Nuland “Ülke içindeki ve dışındaki, değişim çağrısı yapan Suriyelilerle ilişkilerimizi genişletiyoruz” dedi. Nuland ayrıca Barack Obama’nın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a en başından beri reform yapma veya görevinden istifa etme çağrısı yaptığını belirtti. (Rusya’nın Sesi, 17 Haziran, 2011)
Suriye, vatandaşlarına karşı acımasızca güç kullanan otoriter bir oligarşi tarafından yönetiliyor. Ne var ki, Suriye’deki ayaklanmalar, karışık. İsyancıları samimi özgürlük ve demokrasi fedaisi olarak görmek mümkün değil. Suriye’deki isyanı ülkedeki liderliği baskı altına almak ve gözdağı vermek amacıyla kullanmak ABD ve AB tarafından girişimlerde bulunuldu. Suudi Arabistan, İsrail, Ürdün ve 14 Mart İttifakı (Lübnan’daki Amerkan yanlısı siyasi koalisyon), silahlı isyanın desteklenmesinde rol oynadılar.
*Suriye’deki şiddet, iç gerilimlerden çıkar sağlayan dış güçler tarafından destekleniyor. Suriye ordusunun şiddetli tepkisi bir kenara, medya yalanları kullanılıyor ve uydurma video görüntüleri yayımlanıyor. ABD ve AB tarafından Suriye muhalefetine para ve silah akıtılıyor. Silah zulaları Ürdün ve Lübnan’dan gizlice Suriye’ye sokulurken muhalefetin dışarıdaki uğursuz ve sevilmeyen figürlerine de maddi destek sağlanıyor.
*Egemen ülkeler olarak Suriye ve Lübnan’ın istikrarsızlaştırılması son on yıldır ABD-NATO-İsrail ittifakının planları arasında yer alıyor. Suriye’ye karşı müdahale, bir dizi askeri operasyonla belirlenmiş bir “askeri yol haritasının” parçası. Eski NATO komutanlarından Wesley Clark’a göre Pentagon Irak, Suriye ve Lübnan’ı ABD-NATO müdahalesinin hedefindeki ülkeler olarak tanımladı.
*Üst düzey bir Pentagon yetkilisi olan General Wesley Clark’ın aktardığı bilgilere göre, 5 yıllık kampanya planı Irak’la başlayan ve daha sonra Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan’la devam eden 7 ülkeyi kapsıyor.
Benim  anladığım  Suriye’nin,  24  Ocak  1980  Türkiyesi’ne  benzemesi  isteniyor. 1980 yılı başında bir azınlık hükümeti kuran Süleyman Demirel, Özal'ı da tam yetkiyle ekonomi yönetiminin başına getirmiş ve o da daha sonra "24 Ocak kararlan" diye anılacak bir istikrar paketini uygulamaya koymuştu.
Suriye’de de İstikrar  devam  edecek  anlayacağınız…

KIRIM KONGO KANAMALI ATEŞİ (KKKA)

KIRIM  KONGO  KANAMALI  ATEŞİ  (KKKA)
DR.CEM  ŞAHAN
Hayat  işle  ev  arasında  geçip  gidiyor.  Samsun bir  tutku, bir  sevgi  olarak  benliğimizde.  Yaşadığımız, doyduğumuz  yer  dışında, hissettiğimiz, acısını, güzelliğini  paylaştığımız  bir  kent.  Acısı  daha  işliyor  belleğimize..
Yaz  ayı,  bir  başka  geçiyor  bu  sene.  Sıcaklar  artıyor  ve  ani  azalmalar  gösteriyor.  Sıcak  bir  esinti, deniz  sevdalılarını da  engelliyor  zaman zaman..
Medya  bir  yaz  sakinliğinde..
Bir  ramazan  şenliği,  hareketliliği  ile  haberler  artmış  görünüyor.
Samsun’a  ait  yeni  internet  siteleri  ekleniyor  aralarına.  Geçenlerde  gazetenizolsun.com  adlı  bir  site  Samsun’dan  yola  çıkmış, yolları  açık  olsun..

Takip  ediyorum  haberlerini..
Dün  yine  iki  KKKA  bağlı  2  ölüm  haberi  vardı..
‘’Samsun`da, Tokatlı olan ve Yozgat`ta görev yapan 27 yaşındaki bir polis memuru, kene ısırması sonucu bulaşan Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) hastalığı yüzünden hayatını kaybetti. Ziraat mühendisi polis memuru, 15 gün sonra baba olacaktı’’
Yerelde  sağlık  çalışanları,  yoğun  bir  emek  verdi/veriyor  bu  hastalığı  önlemek  ve  ölümleri  azaltmak  için.  Sağlık  erkinin de  bu  konuda ki  çabası  yadsınamaz.  Bilgilendirmeler, saha  çalışmaları, köy, muhtar  toplantıları  süreklilik  almış,  düzenli  yapılıyor..Samsun  bu  konuda  önemli  bilimsel  çalışmalara da  öncülük  ediyor.
Türk  Tabipleri  Birliği,  KKKA  bilimsel  çalışma  grubunca  hazırlanan  KKKA  DEĞERLENDİRME  RAPORU nun  sonuç  ve  öneriler  kısmı  ile  bitirmek  istiyorum  yazımı:
Salgın kontrolünde yerel kapasite artırılmalıdır. Salgın bölgesinde hastaların tanısı sağlanmalı ve gerekirse tedavi daha erken dönemde başlamalıdır. KKKA, 8 yıl önce saptanmıştır ama hala salgın bölgesinde tanısal kapasite oluşturulamamıştır. Oysa, yerel düzeyde PCR çalışılması ciddi bir zamansal kazanç sağlayacaktır.
Her ilde kurulmuş olan "Bulaşıcı Hastalıklar Salgın İzleme ve İnceleme Ekibi" aktif olarak rol almalı ve desteklenmelidir.
Salgın incelenmesi gibi teknik konularda İl / İlçe Hıfzıssıhha Kurullarının aktif olarak işletilmesinde ısrarcı olunmalıdır. Sahada ve hastanede fedakarca çalışan personelin, özlük hakları sağlanmalıdır. o Sahada gece gündüz salgın araştırması yapan sağlık çalışanlarının performansları değerlendirilmelidir. Hastanede eline KKKA’lı hastadan iğnesi batan veya gözüne kan sıçrayan sağlık çalışanlarının mesleksel hakları tazmin edilmelidir.
İnsan-kene teması olmazsa KKKA da olmayacaktır Günümüzde KKKA salgınlarının önlenmesi, kişisel korunma önlemlerine özen gösterilmesi ve kene sayısının azaltılması temelinde olmalıdır. Özellikle kırsal kesimde yaşayan vatandaşların, kene enfestasyonlarını engelleyecek giyim tarzını benimsemeleri ve akşamları eve geldiklerinde mutlaka soyunup kene kontrolü yapmaları bir yaşam tarzı haline getirmeleri sağlanmalıdır. Kırsal kesime yönelik, medyayı da içine alan ve standart korunma yöntemlerini öğreten kapsamlı çalışmaların yapılması zorunludur.
Keneleri tamamen ortadan kaldırmak olanaksızdır. Ancak kenelere konaklık ederek bunların sayısının artışına katkıda bulunan çiftlik hayvanlarının uygun akarisidlerle düzenli olarak ilaçlanması şimdilik kene sayısının azaltılmasına yönelik en uygun yöntemdir. Bu konuda en büyük sorumluluk Tarım ve Köy İşleri Bakanlığına düşmekte, ancak gerek personel yetersizliği, gerek teşkilat yapısının Veteriner Hekimlerin çalışmalarını zorlaştıracak yapıda olması, gerekse de çeşitli maddi zorluklardan dolayı, günümüze kadar yapılan uygulamalar yetersiz kalmıştır. Özellikle zoonoz hastalıklar söz konusu olduğunda Beşeri ve Veteriner sağlık hizmetlerinin birbiri ile bağlantılı çalışması zorunludur.
Son yıllarda WHO, FAO ve OIE de sıkı işbirliğine girerek ‘Tek Tıp, Tek Sağlık’ konseptine yönelmişlerdir. Bu nedenle Tarım ve Köyişleri Bakanlığının Veteriner hizmetlerinin mutlaka Sağlık Bakanlığı ile organik  bağ oluşturacak şekilde tekrar reorganize edilmesi konusunda çalışmalar yapılmalıdır.
İçinde bulunulan durumda ve eldeki bilgilere göre, hem erken dönemde KKKA’lı hastaların tedavisi için, hem de yüksek riskli durumlarda profilaksi amacıyla ribavirin kullanılmalıdır. Bu konuda, Dünya Sağlık Örgütü ve bağımsız bilim insanlarının önerileri dikkate alınmalıdır.

SENDİKALARIN GELECEĞİ -2-

SENDİKALARIN  GELECEĞİ  -2-
DR.CEM  ŞAHAN
‘’Türkiye’de  sınıf  sendikacılığının YENİDEN şekillendirilmesi ve  etkinliğinin artırılması,  son  10  yıldır  artan  neoliberal  siyaset  ve  sosyolojik  gerçeklikler  göz  önünde  bulundurulunca çok  yaşamsal  gibi  duruyor.’’  diyerek  geçen  yazıya başlamıştık.
1  temmuz’da Türk-İş'e bağlı 10 sendika, sendikal yapıya dinamizm kazandırmak için bir araya gelerek ortak bir platform oluşturduklarını açıkladı..Bir  ortak  metin  yayınladılar. Türk-İş'e bağlı, Basın-İş, Belediye-İş, Deri-İş, Hava-İş, Kristal-İş, Petrol-İş, Tekgıda-İş, Tez Koop-İş, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) ve Tümtis 10 sendika imzaladı.
Dikkatlice  okudum.
2 gün  boyunca,  altını  çizerek  cümleler  çıkardım  bu bildiriden…
Gittikçe  emekçi  kesiminden  uzaklaşan, bazen  sermaye  ve  iktidar  ile  ortak  payda da  buluştuğu  tezleri  ile  eleştirilen, bir  sendikal  gelenekten  emeğe  ve  emeğin  yeniden  örgütlenmesine  dair  yeni  bir  tanımlanma yapıldığı bir  metin  ile  karşı  karşıyaydım..
Bu  metin,  sınıf  sendikacılığı  üzerinden  yeniden  bir  sendikal  hareketin  yapılandırılması  için  değerli  bir  metindir..
Ama  yaşanan, tecrübe  edilen, gelenekselleşen  hareket  tarzları  tartışmak  bu  yazının  amacı  değildir. Zaten  bu  temel  eleştiriyi bu  açıklama  kendi  yapıyor:
* Türkiye sendikal hareketi ciddi bir tıkanıklık yaşamaktadır.  Emekçilerin karşı karşıya olduğu sorunlara çözüm üretememektedir. İşçi sınıfının hak ve çıkarları ciddi biçimde tahrip edilmekte, çalışma ve yaşama koşulları 19. Yüzyıl vahşi kapitalizmine benzer bir hal almaktadır. Sendikal hareket ise bu sürece müdahale etme ve tersine çevirme kapasitesinden uzak kalmıştır.
* Yasal, siyasal kısıtlamalar ve işverenlerin sendika karşıtı uygulamaları sendikal hareketi güçsüz kılmıştır. Bunun somut sonucu sendikal hareketin toplumsal ağırlığının azalması ve tabanın daralması olarak ortaya çıkmaktadır. Sendikal hareketin içinde bulunduğu bu tablo karşısında yapısal bir dönüşüme gitmek acil bir ihtiyaçtır.
Daha  sonra  platformun  ilkeleri  sıralanıyor. Bu  ilkelerin  temel  hedefinin ‘’Neoliberalizme karşı sınıfın birliği ve dayanışması’’ olduğu  belirtiliyor.
*Platformumuz, “rekabet üstünlüğü” adı altında emek gücünün ucuzlatılmasına, emeğin daha fazla sömürülmesine ve katma değerden giderek daha düşük pay almasına yol açan neoliberal politikaları reddetmektedir.
*Platformumuz, çalışan ya da işsiz, sendikalı ya da sendikasız, mavi ya da beyaz yakalı emekçilerin birbirinin rakibi değil, işçi sınıfının bileşeni olduğuna inanmaktadır. Bu çerçevede işçi sınıfının her kesimine yönelen hak gasplarına, sendikal hak ve özgürlüklerin kullanılması nedeniyle uygulanan baskılara, işçi kıyımlarına karşı hiçbir ayrım yapmadan ortak bir mücadele sergilenecektir.
*Platformumuz, güvencesiz istihdamın, kuralsızlaştırmanın, esnek çalışma biçimlerinin, temel hizmet alanlarının ticarileştirilmesinin ve özelleştirme politikalarının emeğin hak ve kazanımlarına yönelik en ciddi saldırılar olduğuna inanmaktadır. Bu politikalara karşı açık, net bir duruş ve aktif bir mücadele geliştirmek Platformumuzun öncelikli hedefi, varoluş nedenidir.
* Platformumuz sadece çalışanların hakları ve özgürlükleri için değil, işsizliği önleyici politikaların yaşama geçirilmesi  ve işsizlik fonunun amaçlarına uygun şekilde kullanılması için de mücadele verecektir.
*Platformumuz temel insan hak ve özgürlüklerine saygılı, hukukun üstünlüğüne dayalı, şeffaf, hesap verebilir, hesap sorulabilir; katılımcı, çoğunlukçu değil çoğulcu, her türlü inanç ve düşüncenin özgürce ifade edilebildiği bir demokratik düzenin savunucusudur. Laiklik ve sosyal devlet vazgeçilmez ilkelerdir.
*Ülkenin demokratikleşmesi yönünde atılacak adımlar sendikal yaşamı canlandıracağı gibi, sendikaların bu uğurda giriştiği mücadeleler de demokrasinin gelişimine hizmet edecektir. Platformumuz baskıcı, otoriter anti-demokratik karakteri belirgin hale gelen “yeni” rejime karşı da demokrasiyi savunmaktadır.
*Platformumuz, kimliklerin dışlanmadığı, ayrımcılığın yapılmadığı, eşitlik temelinde  hak ve özgürlüklere saygının tesis edildiği, barışın hakim kılındığı, doğanın metalaştırılmadığı, cinsiyet ayrımcılığının son bulduğu, gençlerin geleceksizleştirilmediği, kendilerine söz hakkı tanındığı, özgür ve demokratik bir Türkiye istemektedir. Bu taleplerle yola çıkan toplumsal muhalefet örgütleri ve sosyal kesimlerle yol arkadaşlığı yapmayı, dayanışma içinde olmayı gerekli görmektedir.
3D  hareketi  olarak  şekillenen  bu  hareketin  ‘’Neoliberalizme karşı sınıfın birliği ve dayanışması’’  hedefi  evrensel  sendikacılık  için tanımsaldır  diye  düşünüyorum.

SENDİKALARIN GELECEĞİ -1-

SENDİKALARIN  GELECEĞİ  -1-
DR.CEM  ŞAHAN
Türkiye’de  sınıf  sendikacılığının YENİDEN şekillendirilmesi ve  etkinliğinin artırılması,  son  10  yıldır  artan  neoliberal  siyaset  ve  sosyolojik  gerçeklikler  göz  önünde  bulundurulunca çok  yaşamsal  gibi  duruyor.
Bir  yanda  çalışma  hayatının  ve  emekçilerin  yaşadığı  baskı  ve  emeğin  değersizleştirilmesi, örgütsüzleştirilmesi  ve  güvencesizleştirilmesi süreci, bir  yanda  işsizlik  üzerinden  terbiye –neoliberalistlerce  söylenen  biçimi  ile-  edilmeye  çalışılan emekçi  sınıfı..
Geçenlerde, Hans Wolfganag  Platzar  ‘’Sendikal Siyaseti Zorlayan Unsurlar ve Avrupa Çapında Eylem Perspektifleri’’  başlıklı  makalesinde  önemli  saptamalar  yaptı:
* AB’deki güç dengelerinin daha çok muhafazakâr-liberallerin lehine olması ve Lizbon Sözleşmesi’yle birlikte kurumlara dair ana sorunlarda statükonun devam ettirildiği göz önünde bulundurulduğunda, çalışma politikaları ve sosyal politika alanında sadece sınırlı düzeyde düzenlemeler beklenebilir.
* Bu durum karsısında pro-aktif bir tutum almak için sendikalar arasında ulus-aşırı işbirliği geliştirilmelidir. Bu, Avrupa çapında örgütlenen işkolu sendikaları ve konfederasyonlar için olduğu kadar, sosyal diyalog çerçevesindeki ulus-aşırı sözleşme politikası ve toplu sözleşmelerin koordinasyonu için de geçerlidir.
*Özellikle, Avrupa çapında holdinglerin politikalarının şekillendirme noktasında katkı olanakları bugüne kadar yeterince değerlendirilmemiş olan Avrupa çapında örgütlenen işyeri temsilcilikleri, “aşağıdan bir Avrupalılaşma” sürecine katkıda bulunabilirler.
*Sözleşmelerin kimi noktalarda nasıl değiştirilebileceğinin derinlemesine araştırılması ve AB kapsamında sosyal politikaların koordine edilmesi ve düzenlemelere gidilmesi için kademeli bütünleşme (entegrasyon) seçeneğinin kullanılması, ancak sosyal demokratlarla sendikaların kendi aralarında bir anlaşmaya varmasıyla gerçekleştirilebilir.
            Bu  saptamaların  öteden beri, kendi  emekçi  kesimini, uluslararası  emek  sömürüsü  üzerinden refaha  ulaştırma  gayretinde  olan  Avrupa  sendikal  hareketinden  bağımsız  düşünmek  ele  almak  gerekiyor.
            Platzar’ın bu  makalesindeki  Avrupa’da  artan  holding  baskısının  sendikal  hareket  üzerine  uluslararası  siyaset  üzerinden  yaptığı  olumsuz  etki,  temelde  ülke ve  kent  düzeyinde  sendikal  hareketinin  geriletilmesindeki  temel  noktalardan biri  gibi  duruyor.
            Platzar  şöyle  devam  ediyor:
            * Holding politikaları alanında, Avrupa çapında örgütlenmiş hemen hemen tüm sendikalar yeni görevlerle yüz yüze kalmış durumda. Bunlar zamansal gelişimleri açısından ve yoğunluk dereceleri bakımından bir farklılık arz etseler de, Avrupa çapında örgütlenmiş işyeri temsilciliklerinin müzakereleri, onların desteklenmesi ve pratiklerini geliştirmeleri için önemli işlevlere sahiptirler. Avrupa çapında örgütlenen işyeri temsilciliklerinin süreci, bir yandan sekreteryaların görev alanlarının değişmesine ve genişlemesine yol açtı, öte yandan bir dizi sendikal birlik açısından, holding politikalarıyla ilgilenen kurullar, çalışma grupları ve ağlar biçimini alan sınırları asan düzeyde bir çalışma geliştirmeye dönük yapılanmaların kurulmasını beraberinde getirdi.
            * Üç aşamalı, son derece karmaşık bir görev söz konusu, ve bunun çözümü sendikaların kalıcı bir biçimde ulus-aşırı bir nitelik kazanmasına, çalışmalarına ve karar alma süreçlerinin katılımcılığına dair politikalarının “aşağıdan Avrupalılaşmasına” katkıda bulunabilir (Avrupa çapında örgütlenen işyeri temsilciliklerine dair değiştirilen yönerge, bu süreci hukuki açıdan sadece sınırlı bir düzeyde ilerletebilir veya işleyişini kolaylaştırabilir): İlk mesele atılgan bir biçimde Avrupa çapında yeni işyeri temsilcilikleri kurarak “boşlukları” kapatmaktır; ikinci mesele, iyi isleyen pratiklerin bilgisini aktararak pasif bir durumda olan işyeri temsilciliklerini aktif hale getirmektir. En önemlisi de, üçüncü bir mesele olarak, aktif olan, katılımcılık ve müzakere etme doğrultusunda hareket eden Avrupa çapında örgütlenen işyeri temsilciliklerinin süreçlerine siyaseten eşlik etmek, sendikal sürece bağlanmalarını ve dahil olmalarını sağlamaktır. Bununla birlikte, özellikle toplu sözleşmelerin koordine edilmesi, sektörel sosyal diyaloglar ve işkolu politikalarının eşgüdümlü hale getirilmesi konusunda, şirketlerin ulus-aşırı kaynaklarını Avrupa çapında diğer sendikal hareket alanları için stratejik bir biçimde kullanmak gerekir. Müzakere etme yönelimine sahip olan pro-aktif Avrupa çapında örgütlenen işyeri temsilciliklerinin gelişimine dair böylesine bir senaryo, sendikaların Avrupa çapında örgütlenen işyeri temsilciliklerinin “ne yapabilmesi gerektiği” konusunda netleşmelerini şart koşar. Ayrıca, ancak sendikalar Avrupa çapında örgütlenen işyeri temsilciliklerine dair tutarlı bir konsepte sahip olduklarında, (su anda büyük oranda önü kapalı olan) Avrupa çapında düzenlemelere (ulus-aşırı müzakereler için seçilebilecek bir hukuki çerçevenin konması) gidilmesi için bir etki yaratmak mümkün olacaktır.
            Devam  edeceğiz..

ASGARİ ÜCRET

ASGARİ  ÜCRET
DR.CEM  ŞAHAN
            Öyle  çok  birikiyor  ki  yazılacak konular, okunacak  kitaplar, raporlar, notlar.. Gidilecek  konferanslar, mitingler, toplantılar, söyleşiler. TTB’nin  düzenlediği  paneller  ve  sempozyumlar. 20  gündür  izinliyim.  Yetişmeye  çalışıyorum. Yerele  zaman  ayıramıyorum.  Kent  dışında  olduğumda  yerel  haber  sitelerinden  izliyorum  gelişmeleri.
            Yazıyı  yazmadan  15  dakika  düşündüm. 
            Aklımda  ona  yakın konu  vardı.
            Samsun  Gazeteciler  Cemiyetinin  Çarşamba’da ki  meslektaşlarına  yapılan kamu yönetimsel  şiddet  ve  ayrımcılığa  ilişkin  yaptığı  basın  açıklamasına  dair,  bir  şeyler  yazmalıydım.
            NEFRET SUÇLARI KARŞITI BULUŞMA  adı  altında  İstanbul’da  yapılacak paneldeki Nefret söylemi ve ifade özgürlüğü: Dilin kemiği yok mu? Sunumu  üzerine  bir  kaç  satır  bir şeyler  söylemeliydim.
            Bilgisayarım  açıkken, DİSKten  Asgari  Ücret  açıklaması  geldi.

            En  zayıf  halkaya  öncelik  vermeliydim  satırlarımda..
            Önce  asgari  ücreti  yazmak,  etiksel  bir  tutum  geldi  bana..
            Emeği  yok  sayılan  binlerce  insana  dair ..
            Bir  kaç  kelimeyi  sıralamak..
            Çoğu  yerel  basının  kışkırtılmış  sağlık haberleri, kamu yönetimsel  haberler, piyasa  destekli  birkaç  STÖ  haberleri  ve  iktidar  haberleri  arasında  her  zaman  yok  oluyordu  asgari  ücret  tartışması.
            Dev Sağlık-İş  ne  diyordu  asgari  ücret  konusunda?
            Önümüzdeki günlerde yine Asgari Ücret Tespit Komisyonu, bir kez daha sonucunu katılan tarafların önceden bildiği bir belirlemeyi yapmak üzere toplanacak. Komisyona katılan hükümet, işveren ve işçi temsilcileri ülkeyi ucuz emek pazarı olarak zamların birbiri ardına geldiği bu koşullarda biz emekçiler açısından çalışma ve yaşam koşullarımızı daha da ağırlaştıracak bir ortaoyunu sergileyecekler.
Asgari ücret, sadece asgari ücretle çalışanlar için değil ülkemizde emeğiyle geçinen herkes açısından son derece yaşamsal bir toplumsal öneme sahiptir. Eğitim, sağlık, ulaşım, enerji gibi temel yaşamsal alanların tümüyle piyasaya açıldığı ve paralı hale geldiği günümüzde asgari ücret tartışması bunlardan ayrı olarak yapılamaz.
Emeğimizin karşılığı olarak bize reva görülen ücret devletin kendi kurumlarının açıkladığı açlık sınırının bile çok altındadır. Bununla birlikte her gün elektrikten doğalgaza, akaryakıttan ekmeğe kadar her şeyin fiyatı artıyor; çocuklarımızı okula gönderirken “katkı payı”, hastalandığımızda “katılım payı” adı altında para ödüyoruz.
Oysa yeni Anayasa tartışmalarının gündemde olduğu bugün mevcut Anayasa’nın, asgari ücreti düzenleyen 55. maddesinde “Asgari ücretin tespitinde çalışanların geçim şartlarının da göz önünde bulundurulacağı” ifade edilmekte ve ikinci fıkrasında da devlete, çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alma görevi verilmektedir.
Uluslararası Çalışma Örgütü, asgari ücretin belirlenmesinde işçilerin ve ailelerinin gereksinimlerinin ve yaşam koşullarının gözetilmesi gerektiğini söylemektedir.
*Ailelerimizle birlikte yaklaşık 40 milyon kişiyi doğrudan ilgilendiren, aslında tüm çalışanların ücretleri açısından temel kriter oluşturan asgari ücret insanca yaşayabilecek bir ücret olmalıdır.
*Taşeron çalıştırma yasaklanmalı ve tüm güvencesiz çalıştırma biçimlerine son verilmelidir.
*Asgari ücretli çalışanlar için elektrik, su, doğalgaz kullanımı asgari ihtiyaç sınırına kadar ücretsiz olmalıdır.
*Sabah 06.00-09.00 ile akşam 18.00–21.00 saatleri arasında ulaşım ücretsiz olmalıdır. 
*Eğitimde hiçbir ad altında para alınmamalı, eğitimin okul dışı giderleri de devlet tarafından karşılanmalıdır, sağlık tümüyle parasız olmalıdır. 

Bu ülkeyi yaşanabilir hale getiren, bu ülkenin tüm değerlerini ve güzelliklerini üreten bizleriz. Elektrik, su, doğalgaz, ulaşım; sağlıklı beslenmek temel hakkımızdır. Bizler emekçiyiz, halkız, müşteri değiliz. En temel ihtiyaçlarımız, en temel hizmetler üzerinden kar etmelerine, bizi yaşayamaz hale getirmelerine izin vermeyeceğiz.
Başta hastanelerde çalışan biz taşeron sağlık emekçileri olmak üzere gelirleri asgari ücrete odaklanmış tüm emekçiler için asgari ücret bir pranga olmaktan çıkarılmalıdır.
Bizleri açlığa mahkum eden bu ücreti ve bu çalıştırma biçimlerini kabul etmediğimizi ve etmeyeceğimizi bir kez daha ifade ediyor, herkesi sermayenin yararına emekçilerin zararına olan bu politikalara karşı mücadeleye çağırıyoruz.
ASGARİ ÜCRET İNSANCA YAŞANACAK BİR ÜCRET OLMALI!
EĞİTİM, SAĞLIK, ULAŞIM VE BARINMA GİBİ TEMEL HİZMETLER PARASIZ OLMALIDIR!
Bugün,  bu  yazıyı  okuduğumuzda  5  dakika  düşünelim şu  cümleleri:
Ailelerimizle birlikte yaklaşık 40 milyon kişiyi doğrudan ilgilendiren, aslında tüm çalışanların ücretleri açısından temel kriter oluşturan asgari ücret insanca yaşayabilecek bir ücret olmalıdır.
İnsanca  yaşanabilecek  bir  ücret..