31 Aralık 2011 Cumartesi

SAMSUN VALİSİNE AÇIK MEKTUP


SAMSUN  VALİSİNE AÇIK  MEKTUP
DR.CEM  ŞAHAN
Bugün  31  Aralık  2011
Yılın  son  günü.
Geçen  gün  Disk-Dev Sağlık İş  sendikasına  üye  oldukları  için  işten  atılan  işçilerin  Valilik  önünde eylemleri  sonunda, Sayın  Samsun Valiliği’nin  açıklamalarını  gazeteden  okudum.
‘’Gazi Devlet Hastanesi’nde taşeron firmada çalışan işçilerimiz bunlar. Süreç içersinde taşeron firma ile işçiler ve hastane yönetimi arasında ortaya çıkan bir durumdur. Konuyu çözmek için ben vali yardımcısı arkadaşlarımı görevlendirdim. Vali yardımcısı arkadaşlarımın çalışması sonucu maalesef orta yol bulunamadı ve konu çözülemedi. Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Haksızlığa uğradığını düşünen bütün vatandaşlarımız yargıya başvurmak suretiyle haklarını arayabilirler. Bu arkadaşlarımız da kendilerine haksızlık yapıldığını düşünüyorlarsa ilgili mercilere başvurarak haklarını arayabilirler. Bu tür eylemlerle sonuç alma noktası onları oldukça yorucu bir yola sokar. Benim onlara tavsiyem, eğer haksızlığa uğradıklarını düşünüyorlarsa yargıya başvursunlar. Biz olayın başlangıcında bir çözüm üretebilmek ve sıkıntıya düşmemeleri konusunda gayreti içersinde olduk. Ancak idari anlamda çözüm noktasına kavuşulamadı. Eğer idari anlamda çözüme kavuşturulamıyorsa bu anlamdaki çözümleri de yargıdır.’’
Bu  ülkede/kentte  17 yıldır  onuru  ile hekimlik  yapmaya  çalışan  bir  hekim, insan  soyunun  devamı  algısını   kavramaya  çalışan  bir  baba, haksızlıklara  karşı önce  insan duyarlılığı  olan  bir  insan  olarak  bu  mektubu  yazıyorum.
Görüyorsunuz.
Biliyorsunuz..
Daha  önce  Sendika  Başkanının  ve  Samsun  temsilcisinin  anlatılarını  sanırım  hatırlıyorsunuz..
2  yıldır  haklarını  almak  için, uğradıkları  haksızlıkları  ve  mobbingi  içeren  resmi  yazılarını,  soruşturma  veya  inceleme  taleplerini de  izlemişinizdir  diye  tahmin  ediyorum.
Samsun Gazi Devlet Hastanesi’nde Dev Sağlık-İş sendikasında örgütlendiği için işte atılan iki işçi, “İşyerimiz hastanedir, terk etmiyoruz, işimizi geri istiyoruz” diyerek 340  gündür hastane bahçesinde çadır kurarak yürüttüğü direnişten  bahsediyorum.
Valilik  binasına,  Sağlık  Müdürlüğü’ne  yapılan  yürüyüşlerden…
Hatırlarsınız  onları..
Son  340  gündür, bu  ekmek  mücadelesi  veren  bu işçilerin  yaptıklarını  izlediniz mi?
Sahte  imzalar, tutanaklar  ile  atılan  ve  sahte  imzaları  basınla  paylaşan  bu sendikalı  işçilerin  iddiaları  için  mesela  bir  soruşturma  başlatıldı mı?
Hayır  bu  imzalar  sahte  değil  diyebilir misiniz?
Neden  bu  konuda  sürekli  sizle  görüşmek  isteyen DİSK, KESK,TTB  genel  başkanlarına  randevu  verilmez.
Evet  Türkiye  hukuk  devletidir.
Bakın  bu  kentte  2006-2010  yılları  arasında  kent  hekim  örgütünde  başkanlık  yaptım.
Sağlığın  insan  hakkı  olduğuna,  onurlu  ve  örgütlü  çalışmanın  her  insanın  hakkı  olduğuna, hekim haklarından  önce, halkın  sağlık  hakkını önceleyen  bir  süreci  yaşamaya/yaşatmaya  çalıştım..
2007 sonlarında  Sağlığın bir  ekip  işi  olduğu  ve  bu  ekibin  en  zayıf  halkasının  taşeron  sağlık  çalışanları  gerçeğini  yaşayarak  gördüm.
Başkanlığımda,  ‘’Samsun  Tabip  Odası  Samsun  Taşeron  Raporu  2008’’  hazırlandı.  Sanırım  bu  raporu  ve  sağlıkta  kamu  hastanelerinde  taşeron  sorunlarını  içeren  onlarca  yazıyı  arşivlerinizde  bulabilirsiniz.
Sağlık  Müdürlüğü  ve  Çalışma Bölge  Müdürlüğü  tarafından  yok  sayılan, geçiştirilen, soruşturmaya  gerek  yoktur  denilen  onlarca  dilekçeyi de  yeniden  inceleyebilirisiniz  diye  umut  ediyorum.
Ben  bir  insan  olarak  gördüm.
Samsun’da  taşeron  Sağlık  Çalışanları  yaygın  mobbing  uygulanıyordu.
2008  yılında  o  zaman  3900  olan  taşeron  sağlık  çalışanları,  bazı  kamu  hastanelerinde  hiç  izin  kullanmamıştı.
Gebe  çalışanlar, kanuni  izin  haklarını  kullanamıyorlardı.
O  zaman  hazırladığımız  rapor  TBMM  İnsan  Haklarını  İnceleme  Komisyonuna ulaşınca,  hızla  bu  işçilere, bizim  çocuklarımıza  geçmiş  yıllara  ait kullanılmış  gibi  gösterilen   izin  kağıtları  imzalatıldı..
Tüm yaşananları  bir  insan  olarak  objektif  olarak  gözlemliyorum  insan  olarak..
Gerçeklerin  hiç  bir  zaman  üstü  örtülemez.
2  çocuk  babası  işten  atılan  bir  işci,  niçin  kendisini  hastane  çatısından  atmak  ister?
Ya  da  sizin  sayın  Bakanla  ziyaret  ettiğiniz  okulun  kapısına  zincirle  bağlar?
Herkes için daha iyi çalışma koşullarının yaratılması, eksiksiz ve engelsiz sendikal hakların sağlanması, iş hayatında ayrımcılığa son verilmesi, taşeron köleliğinin ortadan kaldırılması, herkesin insan onuruna yaraşır bir işe ve yaşanabilir ücrete sahip olması, işyerinde ve toplumda barışın sağlanması   politika  yapanların tercihidir.
Bunu  çok  iyi  biliyorum..
Bu  konuda  bir  vatandaş  olarak  yapabileceklerimizden  daha  ileriye  geçmez  sizinde  yapabilecekleriniz..
Ama  bir  kentte, bir  kamu  hastanesinde  sadece  sendikaya  üye  oldukları, izin  haklarını  istedikleri  ve keyfi  çalıştırmaya  dur  dedikleri  için, işten  atılan  emekçiler  varsa,  bu  haksızlığa  karşı 340  gündür  insana  ait  bir  şeyler  söylemeye  çalışıyorlarsa, bu  süreci  sorgulamak  kamusal  erkin  sorumluluğundadır  diye  düşünüyorum.
Bu  konuda  bizleri  ve  kamuyu  bilgilendirmekte..
Atılma  süreci  öncesi-sonrası  yaşanan , kamusal  tehditleri , yoğun  kamusal  baskıyı da  araştırmak   kamusal bir  görevdir  diye  umut  ediyorum..
Bakın bu  işçi  arkadaşlarımızı  tanıyorum.
Gece  nöbetlerinde, yaşamla  ölüm  arasında  o  ince  çizgiyi  hissettiğimiz  anlarda  yanımızda  onlar  var..
Bir  yaşam  kurtarmanın  tarifsiz  duygusundan  onlara  düşen  ufak  gülücükler  var  hala  yüzlerinde….
Şimdi  kaygılıyım.
Bu  umut  dolu  insanların  intihar  çığlıklarını  duydukça..
Şimdi  kaygılıyım.
Bu  umut  dolu  insanlar… diye…
Nerde  yanlış  yapılıyor?  diye  başlayalım  işe..
Arşivlere  bakalım  samimiyetle..
Ne  demişiz  o  zamanlarda?
1.Kamu hastanelerinde taşeron firmalar ile taşeron işçiler arasında yapılan sözleşmelerin büyük çoğunluğu Türkiye"nin de imza koyduğu İLO sözleşmelerine ve insan haklarına aykırıdır. Bazı kamu hastanelerinde taşeron firmalar bu sözleşmeleri dahi yapmamaktadır. Tüm taşeron çalışma sözleşmelerinin bu yönden gözden geçirilmesini talep edilmelidir.
2.Taşeron firma işçilerinin çalışma süreleri yüzde 10–40 oranında daha uzundur. Bu insan haklarına aykırıdır.
 3. Hiçbir taşeron firma mesai ücreti ödenmemektedir.
4. Yeni istihdam paketi ile 29 yaşının üzerindeki personelin tercih edilmediği gözlenmiştir.
 5.Taşeron firma işçilerinin ücretlendirilmesi çok düşüktür. Yasal düzenlemelere aykırı koşullarda işçiler istihdam edilerek iş gücü maliyetleri düşürülmektedir. Taşeron firma işçilerinin maaşları çoğunlukla zamanında ödenmemektedir.
6.Hastanelerde  çalışan  bu  işçiler  her  türlü  sağlık  risklerine  açıktır.  İş  yeri  hekimleri  bulunmamakta,  sağlık  bilgileri  olmadığından  sık sık  hastalık  riskini  taşımaktadırlar.
7.İşe  giriş  muayeneleri İŞ  KANUNA  göre  yapılmamaktadır.
8.Bu  işçilere  yaygın baskı  ve  mobbing  uygulanmaktadır.
9.Kamu Kuruluşlarında Hizmet alım ihaleleri kapsamında çalıştırılan alt işveren işçiler ile  ilgili sorunlar, kamu hastanelerinde işin devamlılığı  üstüne önemli bir tehdit oluşturmaktadır. 4857 sayılı kanunun öngördüğü  gerçek anlamda alt işveren bağımsız ve ayrı bir işverendir. Alt işverenin asıl işverene karşı sorumluluğu, ihale ile aldığı işi kendi işçileri ile yapmaktan ibarettir.
Bu  gün de bir  aşağı-iki  yukarı  aynı  şeyler  yaşanıyor  kamusal  alanda…
Saatlerce, günlerce  anlatabilirim  bunların örneklerini..
Ama,
Şimdi  kaygılıyım.
Bu  umut  dolu  insanların  intihar  çığlıklarını  duydukça..
Bir  gece  vakti  yazıyorum  bunları..
Kızım  sıcacık  yatağında  uyuyor.
Soğukta  sahte  imzalar  ile  sendikalı  oldukları  için  kapı  dışına  konulan  insanları  düşünüyorum
Onları  ve  Cemalettin’in  2  çocuğunu  düşünüyorum.
Sessizlik  ürpertiyor  beni..
İntihar  çığlıkları  yükseliyor  kentten…

30 Aralık 2011 Cuma

33 KURŞUN, TAHA VE ULUDERE

33  KURŞUN, TAHA  VE  ULUDERE
DR.CEM  ŞAHAN
Önce  Taha’nın  haberini  okudum. İçim  acıdı. Samsun`da okulunda elektrik akımına kapılan lise öğrencisi, hayatını kaybetti. Haber  böyleydi. Soğuktu. İç  sızlatıcıydı. Genç  Taha’yı Gazi  Devlet  Hastanesine  getirmişlerdi. Ama  kurtulamadı.
Gazeteler  3.  Sayfa  haberi  kıvamında  verdiler.
İnsana  ait  bir  şey  yoktu.
17  yaşındaki  bir  memur  çocuğu Taha, elektrik  çarpması  sonucu, öldü.
Hangi  yürek dayanırdı.
Evlat  acısı  neydi?
Günlerimiz,  erken,zamansız, hesapsız gelen  ölümlerde  sabır  diyerek geçiyordu.
Sabır neydi?
………………..
Sonra  mailime  Ali  Özyurt’un gönderisi  düştü:
Onlar Seyit, Özcan, Mehmet ve Nevzat’tı
Onlar Hamza, Şervan, Cemal ve Osman’dı
Onlar Şivan, Bilal, Mehmet Ali ve  Nadir idi
Onlar Mahsun, Hakiki,  Savaş ve Zeydin’di
Onlar 38 genç sivil insan
Onlar çoğunlukla 12-18 yaş arasında sınır kaçakcılığı yapan Uludere Roboski köylüsü fakir fukara insanlar
 Onların canları yandı acımasız savaş aygıtlarının tahrip gücü yüksek bombalarıyla
Şimdi onlar toprak oldu cansız bedenleri yanıp içimize bir kor oldu…
…………………..
Sonra  Disk Dev-Sağlık İş  Başkanı  arkadaşım, Dr. Arzu  Çerkezoğlu  ile  görüştüm. Gözaltındaydı.
"Çalışma Bakanlığı önünde basın açıklamamızı yaptıktan sonra, topladığımız imzaları ve talepleri, asgari ücretin tartışıldığı komisyona iletmek istedik. Bu talebimiz reddedildi. Biz de komisyondan biri gelip dışarıda bizimle konuşsun ve asgari ücreti yüzümüze açıklasın diye orada bekleme kararı aldık.Ancak polis gaz ve copla saldırdı. Çok yakın mesafeden gözlerimize gaz sıktı. Dört kişi hastaneye kaldırıldı. Bunlardan ikisi, üç günlük iş göremez raporu aldı."  Dedi.
…………………

Mazlum-Der’in  Uludere konusunda  görüşleri  basına  yansıdı:
Hepsi sivil: Olayda tamamı sivil olan insanlar öldü ve yaralandı.
''Dur'' ihtarı yok: Olay esnasında gruba ''dur'' ihtarı yapılmadı ve grup uyarılmadı. Gruptan hiçbir surette güvenlik güçlerine ateş açılmadı. Askerler de bireysel olarak ateş etmedi.
Herkes birbirini tanıyor: Olay yerinde bulunan güvenlik güçleri gruptakileri tanıyor, sınır ticareti nedeniyle yapılan bu gidiş ve gelişlerden haberdarlar.
Yol patika değil: Kullanılan yol patika yol değil, yol üstünde maden ocakları bulunuyor.
Resmi açıklamanın aksi: Resmi açıklamaların aksine olay yeri Sinat-Haftanin olarak adlandırılan bölgeye uzak. Olay sırasında, saldırıya uğrayan bir grup Türkiye tarafında, bir grup da Irak-Türkiye sınırının üstündeydi.
Askerler çekildi: Olaydan sonra hiçbir resmi kurum cenazeleri almak için girişimde bulunmadı. Askerler olay bölgesinden tamamen çekildi. Köylüler cenazeleri kendi imkanları ile Gülyazı köyüne getirdi.
Otopsi: Hastane koşulları otopsi işlemine elverişli değil. Cenazeler gelişigüzel odalara bırakıldı. Cenazeler akrabaları tarafından battaniyelere sarıldı. Hastane personeli yetersiz. Cenazeleri otopsiye ve ambulanslara aileler taşıdı.
Delillerin karartılma ihtimali: Cenazelerden otopsi sonucunda elde edilecek delillerin mevcut koşullar nedeniyle usulüne uygun şekilde alınması mümkün görünmüyor, bu nedenle delillerin karartılma ihtimali yüksek
…………………
İnsanlarının “operasyon kazası” ile öldürülmediği bir ülkedir, yaşamak istediğimiz.

21 Aralık 2011 Çarşamba

GREVE DESTEK VERMEK VEYA DOSTLAR ALIŞVERİŞTE GÖRSÜN ÜZERİNE

GELECEK  ATÖLYESİ
GREVE  DESTEK VERMEK  VEYA  DOSTLAR ALIŞVERİŞTE  GÖRSÜN  ÜZERİNE
DR.CEM ŞAHAN
Samsun Tabip  Odası’nın  tek  kişilik  açıklamasını- tamda  grev  etkinliği  sırasında  medyayı çağırılarak  yapılan - bir  iki  yerel  internet  sitesi
EYLEME GİDERKEN ALKIŞLANACAK AÇIKLAMA  olarak  verdi.
Bu  internet  siteleri ‘’Sağlık çalışanlarının bütün yurtta bugün bir günlüğüne başlattığı grevle ilgili yaptığı açıklamada, bir hastanın gözünden akacak bir damla yaşın kendi haklarından daha değerli olduğunu söyledi.’’ diyerek  haberi  alkışlıyorlardı.
Sayın Bakan’da  19-20 Nisan  Grevinde:
‘’İş bırakma eyleminde, bir tek vatandaş bile mağdur olursa, TTB'yi savcılığa şikayet edeceğim. Sağlık hakkı vazgeçilmez bir haktır. Eylemde, acil hastalara bakılacak diyorlar ama şunu unutmamak lazım, sağlık işi beklemez. Aklıselimin galip geleceğini düşünüyorum’’ demişti.
……..
Bu  kentte  bu  grev  için  emek  veren  sendikalar oldu.
Eğitim-Sen  ve  SES  başta  olmak  üzere  KESK  bağlı  sendikalar tüm  baskılara  rağmen  bu  grevin  örgütlenmesi  için  çaba  harcadılar. Emek  verdiler.
1  aydır  içimizdeki  sessizliği, ezilmişliği, üzerimize sunulan  değerbilmezliği, örgütlemeye  çalıştılar.
Yaşadığımız  süreci, kamuoyuna  taşımaya  çalıştılar.
Bugün  haber  bültenleri  Fransız  Parlamentosu’nun  kararından  sonra  ikinci  haber  olarak  grevi verdiler.
……………………
Bu kentte ,Hekimler  yanlarında  örgütlerini  hissedemediler.
Bafra’dan, Atakum’dan, Gazi’den; Çocuk Hastanesinden vb. ASM,lerden, TSM’lerden, hastanelerden  bireysel  katılımlar gözlemlendi.
Ama  en önemlisi  hekimler içsel  isyanlarını  yaşadılar.
Televizyonlarda  Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Isparta’yı  izlediler.
Batman’da  24  kişinin öldüğü  duyan  hekimlerin  hastaneye  koşuşlarını  izlediler.
Bu  ülkede  sağlığın  piyasalaşması  sürecinin , hekim ve  sağlık  çalışanlarının  emeğinin  sömürüsü üzerinden  şekillendiğini artık  hiç  kuşkusuz  gördüler.
………………….
Hastalar tabii ki  değerlidir.
Mesleki varoluş  nedenidir  sağlık  çalışanlarının.
Grevlerde  hastalarımıza  uygulanacak  yaklaşım  bellidir.
Bu  kente, hekimlerin    bırakma  eylemlerinde, iş  bırakan  hekimlere  hipokratı  hatırlatan vekiller  vardı.
O  zamanlar  gerekli  cevabı aldılar.
Hasta  gözyaşlarını  özlük  haklarımızın önemli bir  kamuoyu  mücadelesi  sırasında  gündeme  taşımak, yıllardır  biriktirdiğimiz, ürettiğimiz bilgiyi, etik bilgiyi  popülizme  tercih  etmektir. 
Hastalar  yalnız  grev günlerinde  göz  yaşı  dökmüyor.
Sağlıkta  dönüşüm  ve  genel  sağlık  sigortasının  mağduru  olarak  daha  çok göz  yaşı  dökecekler gibi  duruyor
Hekimler  grev ve  hekimlik  konusunun  etik   değerlendirmesi  uzun  yıllardır oluşan bilgilerden  süzülerek üretilmiştir.
TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ İŞ BIRAKMA EYLEMİ BİLDİRGESİ'' ni tekrar okumayı salık veririm.
Biz greve  destek  verdik  demek, bu  şehirde  bu  grevi   örgütlemeye  çalışanların  emeğine…..en  azından  haksızlık  etmketir.
KESK  başta  olmak  üzere  tüm  emeği  geçenleri   kutluyorum.
Onlar  grev yaptılar.

14 Aralık 2011 Çarşamba

SAMSUN'DAN DUBAİ ÖYKÜLERİ

SAMSUNDAN  DUBAİ  ÖYKÜLERİ
DR.CEM  ŞAHAN*
Sağlıkta  özelleştirme, küreselleşme,  sermayenin  sağlık  alanında  sınırsız  dolaşımı ve  yüksek  kar oranı , uluslararası  emek  sömürüsü  hızla  artmaya  devam  etmektedir.
Dün   Samsun yerel  basınında  çıkan  haber:**
 ‘’Sağlık alanında yapılan kamu ve özel yatırımlarla büyük bir potansiyele kavuşan Samsun, “Sağlık Kenti” olma vizyonuna yeni bir açılım kazandırmanın hazırlıklarını yapıyor.Dünyadaki tek Sağlık Serbest Bölgesi Projesine ev sahipliği yapan Dubai modeli baz alınarak, Samsun’a bir Sağlık Serbest Bölge kazandırılması için ilk adım atıldı.’’
Dubai  Modeli  Sağlık  Serbest  Bölgesi
Toplantının  bileşenleri  kimler:
Samsun  Valiliği,
Samsun  il  Özel  İdaresi,
Sağlık  Kenti  Samsun  Derneği
Samsun’daki  özel  sağlık  İşletmeleri
Samsun  Sağlık  Müdürlüğü
Mediküm-Samsun Medikal Kümelenme Derneği
Samsun  Valiliği  Arge  Daire  Başkanlığı
Bu  bileşenler,  hedeflerini  ise  Samsun’a kazandırılacak bir Sağlık Serbest Bölgenin avantajıyla, bu paydan %10’la 30 Milyar Euro olarak  açıklıyorlar.
……………….
Dubai, dünyanın ilk sağlık serbest bölgesidir; sağlık hizmetleri, sağlık eğitimi ve Orta Doğu yaşam bilimi AR&GE çalısmaları için bölgesel bir  merkez olarak geliştirilmiştir. Sağlığın  piyasaya  sınırsız  açıldığı  ilk  yerdir.

Bakanlık ülkenin sağlık alanında bölgesel bir cazibe merkezi haline getirilmesi, yabancı sermaye ve yüksek tıbbi teknoloji girişinin hızlandırılması amacıyla bu  projeleri sermaye  sahipleri  birlikte  üretiyor.
Sağlık alanına yabancı sermaye girişindeki hızı  2010 da  en  yüksek  ülke  Türkiye.
Burada bir hız eksikliği mi vardır?
Tıbbi teknoloji giriş hızında bir eksiklik mi vardır?”
Türkiye’nin ilaç alanında dünyada 13. büyük pazar olduğunu, 2020 itibarıyla 10. büyük pazar olmasının hedeflenmektedir.
Bunun  içinde  Serbest  Bölgelere  ihtiyaç  var.
Sermaye ye bu da  yetmemektedir  Çünkü olabilen en olağanüstü hızla, Türkiye’yi, bir biçimde sağlık alanını ve Türkiye’de yaşayan insanların hayatını birilerine sunmak durumundalar. O nedenle henüz kapsamını net bilmediğimiz bir 2  kasım  tarihli  kararnamenin ikinci maddesi nde‘Serbest bölgelerde verilecek sağlık hizmetlerine ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça belirlenir.’ Denmektedir.
Sizce sağlık hizmetlerinin usul ve esası bölgeden bölgeye değişebilir mi? Ne değişecek sağlık hizmeti açısından?
Anlaşıldığı kadarıyla değişecek usul ve esas; kar meselesi,
Değişecek usul ve esas; girişim koşullarının keyfiyeti…
Samsun’da  Dubai  olacak.
İzmir’de   Brüksel olacak ,
Malatya’da  uluslar arası şu  olacak..vb
Şu anda Türkiye’nin toplam 74 milyonluk pazarının ötesinde hiçbir kural tanımayan usul ve esaslardan muhtemelen bahsediyorlar.
Sağlık  alanının  bir  yandan  kamu  hastane  birlikleri kurumu  aracılığıyla özerkleştirilmesi  ve  kamunun  tasfiyesi, diğer  yandan  sağlık  serbest  bölgeleri, öbür  taraftan  uluslararası  sağlık  sektörünün  bankacılık  benzeri  ortaklıkları, sağlık  kampüsleri, artan  özelleştirme  girişimleri, kamu-özel  ortaklığı ile  Pazar  haline  getirilişini  bu  ülke  insanı izliyor.
            Sağlık Kenti,
            Sağlık  Serbest  Bölgeleri,
            Sağlık  Turizmi,
            Sağlıkta  kamu-özel  ortaklığı  terimleri  neoliberal  sistemin  sağlığı  tamamen  piyasalaştırılması  kavramlarıdır.
            Sağlıkta  uluslararası  tekeller, bu  yönetimler  ve  politik  erk  tarafından  dayatılıyor.
            Bu  kavramların  hiç  birisinin  sermaye  sahiplerine  katkısından  başka, Ladikli, Atakumlu, Termeli, Kavaklı, Vezirköprülü  halkın  sağlığına  katkısı  yoktur.
            Bilhakis  artan  cepten  ödemeler  şeklinde  halka  yansıması , sağlık  hizmetleri  sadece  tedavi  edici  pahalı  hizmetlerin  öncelenmesi  şeklinde  bir  çok  olumsuz  etkisi de  olmaktadır  ve  bu  artarak  devam  edecektir.
            ………………..
            Bu  ülke  insanı  özelleştirmenin  acısını  hayatın  her  alanında  hissetmeye  başlamıştır.
            Özelleştirme, sadece  çalışanların  mağdur  edilmesi  ile  sınırlı  değildir.
            Özelleştirme  sadece  bu  ülkenin  80  yılda  yarattığı  kamusal  alanın  tasfiyesi  değildir.
            Özelleştirme,
            Hizmet  alan  için  bir  yıkımdır.
            Yaşayarak  öğreniyoruz.
            Yaşayarak  öğreneceğiz..
            Samsun  halkının  ücretsiz, kamucu, eşit, ulaşabilir, nitelikli, kapsayıcı, insancıl, koruyucu, sağlığın  yoksulluk, işsizlik  gibi  sosyal  belirleyicilerini de  içeren  sağlık anlayışına  ihtiyacı  vardır.
            Dubai  masallarına  değil.
           
            *SAMSUN  TABİP  ODASI  ESKİ  BAŞKANI
(2006-2010)
**http://www.samsunhaber.com/haberdetay/44492/Samsuna-Dubai-Modeli.html