‘’Çiçeklerin üzerine
düşen dehşet gölgesi
algılanmadığı anda bahar
dalı bile yabana
dönüşür ‘’ne kadar hoş!’’
gibi mazum bir
ünlem bile mide
bulandıracak kadar nahoş
bir varoluşun mazereti
olur. Artık güzellik
ve avuntu yoktur. Korkunç olanı
gören, ona DAYANABİLEN VE OLUMSUZLUĞUN
AVUNUSUZ BİLİNCİ İÇİNDE
YİNE DE DAHA İYİ
BİR DÜNYA OLASILIĞINA
BAĞLI KALAN BAKIŞTAN
BAŞKA’’ (Adorno-Minima Moralla)
Kültürel
sosyolojinin bilgi
üzerinden yaptığı serüveni, bilginin yayılması
bağlamında ele alabilmenin,
bilgi aygıtlarının güvenirliği üzerine düşünmenin
ve internet başta
olmak üzere görsel
kaynaklı bilgilenmenin etikliği
ile, sistemin aygıtlarının
yönlendiriciliğinin
kaçınılmazlığı üzerine düşünürken, Sinop’taki Nükleer
Enerji paneline konuşmacı
olarak katılmayı kabul
etmiştim.
Diyalektik düşünce, mantığın zorbalığından
yine onun kendi
araçlarını kullanarak kurtulma
çabasıdır. Ama bu araçları
kullandığı için o da
her an zorbalaşma
tehlikesiyle yüz yüzedir. Aklın kurnazlığı, diyalektiği de sultasına
almak ister. Varolan, ancak yine
varolan düzenden türetilmiş
bir evrenselin yardımıyla
aşılabilir. Evrensel, varolan
üzerinde egemenliğini yine
varolanın kendi kavramına
dayanarak kurar ve
bu yüzden düz
varoluşun gücüde onu
çökerteninkine eş bir
şiddetle hep yeniden
dayatmak ister kendine *
Dönüşen aslında
atomdur.
Bilgilenmek üzerine
evrensel teorileri sıralayan
o bilgi notunun
kendi gerçekseli ile
boğuşan, hayatta kalmak için
kendini koruma hegomanyasını
ezberleyen bir gençlik
ile nasıl kesiştiğini
düşünmüştüm o yabancı
bankanın koltuğunda Sinop’ta……
‘’Sorunlara hiç
bir zaman bir
kerede çözüm bulamazsınız.
Anlık bir çözüm
olası değildir. Ciddi
bir sorun söz
konusu olduğunda, bu hiç
bir zaman gerçekleşemez. Ancak gerçekleşme
şansı olan, daha
ileri adımlara giden
kolaylaştıracak adımlardır.
Ve bana
öyle görünüyor ki, burada yapıcı
olabilecek bir gelişme
seyri düşünebiliriz’’ derken
iç sarmalına takılan
o bencil geni
keşfeden neoliberal yeni insan -
ki 700
milyar dolar KAMU katkısı
ile yeniden devletçi düşünen, bırakın yapsınlar
ile olmayacağını tasdikleyen- , hangi noktada
arıtmış ki yüreğini, küçücük
parçacıkları ile atom
dünyası dediği parçacıkları
temizlemekle başlayacaktır insanı
sevmeye.
Sinop,
Gerze kışı selamlıyordu.
Kırpıntıları serpiştiriyordu her
tarafa kışın. O
yazları kendini kucaklayan
bebeleri ile bütünleşen
parkta, eğer bir
şey öğrenmek istiyorsanız, çalışmanız gerekecektir
diyen bütünsel süreci
algılamaya çalışan, algının
biyolojisini okuduğunda, ‘’Lexington’dan Mektupları’’ entelektüel
öz savunmaya bir
gönderme olarak gördüm. (Bu
öz savunma mektuplarını
Samsun 2000-2008 sürecine yakında
uyarlayacağım)
Sinop,
Akkuyu ve diğerlerini
düşünmek, Çernobil
yaşanmışlığının gölgesinde gerçekleşebilir. Ya da
Anna ve diğerlerinin
aslında dinsel normların
çözülmesinden ve özerk
olanlarında
biçimselleşmesinden sonra,
burjuva ahlakının elinde
kalan kavramlar arasında
en değer verileni
Sahiciliktir**. Sistem bağlamında da
Çernobil sahiciliktir aslında.
Anna ve diğerleri gibi.
Kaza üretmiştir
nükleer enerji, ve ölüm.
Acı üretmiştir
nükleer enerji ve
ölüm.
Şiddet üretmiştir
nükleer enerji ve
ölüm.
Bradley’in
dediği gibi ‘’Her şeyin
kötü gittiği yerde
en kötüyü bilmek
iyi olmalı’’ düşünseli
ile yaklaşırsak Nükleer
Enerjiye.
Bunları inkar
etmek mümkün müdür?
Kış serpiştiriyordu Sinopa.
Bayramdı.
Eylül devir ediyordu Ekime.
*Theodor
Adorno.Mimima Moralla.Vasiyet (98)
**
Theodor Adorno.Mimima Moralla. Altın Ayarı (99)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder