GELECEK ATÖLYESİ
TOPLUMSAL BARIŞ VE TRAVMA
DR.CEM ŞAHAN
Bir öfke
var..
Bu çok belli.
Öfkenin örgütlenmesi, hele birikmişse
kolay gözüküyor.
Bilincin örgütlenmesi,
Çok zor..
………………….
Yaşananlara dair, Ankara
ve İstanbul Tabip
Odaları sürekli mağdurların
yanındaydı. Mobil sağlık
hizmeti verdiler/veriyorlar 6
gündür. Alan çalışması, hastane çalışması, insan hakları
ihlal araştırma çalışması yapıyorlar
sahada..
……………
Dün Ankara
Tabip Odası açıkladı:
Ankara
Tabip Odası’nın oluşturduğu kriz masasına ulaşan bilgilere göre yaralıların
durumu ve tedavi gördükleri hastaneler şöyle:
* Dışkapı Yıldırım Beyazıt Hastanesi, 12
yaralı biri kafa travması,
* Numune Hastanesi, 30 yaralı, biri ağır kafa
travması,
* İbni Sina Hastanesi, 25 yaralı iki kişi
beyin kanaması,
* Ankara Hastanesi, 7 yaralı,
* Hacettepe Hastanesi, 25 yaralı, birinde göz
kaybı,
* Bayındır Kavaklıdere Hastanesi, iki yaralı
biri kafa travması,
* Bayındır Söğütözü Hastanesi, bir yaralı
* Çağ Hastanesi, 70 yaralı, gaz bombası
kapsülüne bağlı yanıklar ve doku zedelenmesi, dört kişide vücutta kırık var,
dört kafatası kırığı,
*
Medicana Hastanesi, 30’u polis 31 yaralı,
* Akay Hastanesi, 105 yaralı.
Ayrıca, çeşitli demokratik kitle örgütleri ve
siyasi partilerde oluşturulmuş bulunan acil müdahale revirlerine 100’ü aşkın
yaralı götürüldü. Ankara Tabip Odası kriz masası revirine de biri ağır kafa
travması olan yedi yaralı başvurdu..
……………
Türk Psikiyatri
Derneği açıklıyor sonra
görüşleri:
6
gün önce Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların alışveriş merkezi yapılması amacıyla
kesilmesi ile başlayan ve tüm ülkeye yayılan protesto ve eylemler; insanların
devletin kendi yaşama tercihlerine müdahale etmesine, hükümetin kendi politik
inançları doğrultusunda tüm toplumun yaşam tarzını düzenleme çabalarına,
ülkenin bütün ağaçlarının, derelerinin tepelerinin, hayvanlarının tüm doğa
varlığının daha çok ‘kazanç’, daha çok ‘yatırım’ uğruna yok edilmesine ve
Türkiye’nin doğusundan batısına silahlarla, insansız hava araçlarıyla,
bombalarla, tomalarla, biber gazlarıyla, tazyikli sularla kendi halkına yaptığı
zulümlere, verdikleri bir yanıttır.
Demokrasilerde hükümetler
sadece kendisini seçenlerin, destekleyenlerin değil tüm halkın yararını göz
önünde tutmak zorundadır. İktidarlar, halklarının kendilerine biat etmesini
talep edemez tam tersine halkın taleplerini demokratik yollarla dile
getirmesini desteklemekle yükümlüdür.
Türkiye
Psikiyatri Derneği olarak ülkemizde son yıllarda yaşanan her olumsuz gelişmenin
takipçisi olmaya çalıştık. Bilge Köyü’ndeydik, Uludere’deydik,
Reyhanlı’daydık. Tüm travma
mağdurlarının ve arkada kalanların yaralarını sarmaya, seslerini duyurmaya çalıştık.
Uygulanan
vahşi neoliberal politikaların insan ruhunda açtığı yaraları anlatmaya
çalıştık, depresyonun giderek tüm insanları saran bir hastalık olduğunu ve
bunun yaşam koşulları, çalışma koşulları, barınma koşulları ile ilişkisini
ortaya koyduk. Dereleri, köyleri yok edilen insanların yasına ortak olduk.
Ülkemizde giderek yoksulların daha yoksul, varsılların daha varsıl olmasının
açtığı yaraları, sosyal dışlanmayı, ayrımcılığı anlatmaya çalıştık.
Kadınların
tecavüz sonunda oluşan fetüsleri doğurmak zorunda bırakılmasından, kaç çocuk
doğuracakları gibi bedenleri konusunda en temel kararlarının yasalarla
düzenlenmesine itiraz ettik. Bu ülkenin sokaklarında her gün öldürülen
kadınların öldürülme nedenlerinin erkeklerin bozuk ruh sağlığı olmadığını, ruhsal
tedavilere değil kadın erkek eşitliğinin gerçek anlamda inşası için, kadınların
daha çok eğitim almasını, güvenceli işlerde çalışmasını, sosyal statülerinin
geliştirilmesini, kendi yaşamları konusunda kararları kendilerinin vermesi
gerektiğini savunduk.
Sağlıkta
dönüşüm sistemiyle hastaların ‘hasta’ olmaktan çıkarılıp ‘müşteri’ olmasına,
paraları kadar sağlık hizmeti alabilmelerine karşı sesimizi yükselttik.
Barışı sağlama yolunda,
silahların susmasının öncelikli olduğunu ama yeterli olmadığını, birbirimizle,
geçmişimizle yüzleşmeyi, hesaplaşabilmeyi, ortak bir toplumsal bellek
oluşturmak için çalışmak gerektiğini söyledik. Sivil silahlanmaya karşı koymaya
çalıştık.
Tüm
dünyada, her coğrafyada yüzyıllardır insanların sosyal yaşamda alkollü içecek
tüketmelerinin ruhsal hastalık, bağımlılık olarak kabul edilemeyeceğini
söyledik. Alkol bağımlılığı gelişmesinin önlenmesine dair yapılan yasal
düzenlemelerin Türkiye’deki alkol bağımlılığı gelişme oranları ile oransız
olduğu, burada da ‘orantısız şiddet’ kullanıldığını, kamusal alanlarda kendi kültürümüzde
yerleştiği şekliyle kırlarda, dere kenarlarında, pikniklerde, deniz kenarında
alımının kısıtlanmasının alkol kullanım bozukluklarının gelişimi ile ilişkisiz
olduğunu ve sözde toplum ruh sağlığı gözetilerek muhafazakarlığa kılıf
bulunduğunu söyledik.
Bugüne
kadar bu ülkenin psikiyatristleri olarak biz yukarıda saydığımız açılan tüm
ruhsal yaraları tedavi etmeye, yaralananlara şifa bulmaya çalıştık. Ama artık
hükümeti uyarıyoruz. Tıpkı en yakınında,
en sevdiği annesinden babasından gelen fiziksel şiddetin çocuğun ruh sağlığına
açtığı onulmaz yaralar gibi, kendi hükümetinin kendi yöneticilerinin kendi
halkına açtığı bu savaşın yara izleri kapanmayacaktır.
Bugün ülkenin tüm
kentlerinden yükselen insanları kör eden, kalp krizi geçirten, öldüren biber
gazlarının, insanların kemiklerini un ufak eden tazyikli suların yaraladığı şey
sadece beden değildir. Ve ruhsal yaraların izleri beden iyileştikten sonra
bazen ölene kadar bizleri etkiler. Biz psikiyatristler bu yaraları
kapatamayacağız, kapatmayacağız.
…………………..
Nazım’la bitirelim
yine:
Söz
yalan söylüyorsa,/ Ses yalan söylüyorsa,/ Bellerinizden geçinen/ Ve
ellerinizden başka her şey/ Herkes yalan söylüyorsa,/ Elleriniz balçık gibi
itaatli,/ Elleriniz karanlık gibi kör,/ Elleriniz çoban köpekleri gibi aptal
olsun,/ Elleriniz isyan etmesin diyedir.
Ve zaten bu kadar az misafir
kaldığımız
Bu ölümlü, bu yaşanası
dünyada
Bu bezirgan saltanatı, bu
zulüm bitmesin diyedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder