2 Kasım 2013 Cumartesi


GELECEK  ATÖLYESİ

TOPLUMSAL BARIŞ VE  TRAVMA

DR.CEM  ŞAHAN

Bir  öfke  var..

Bu  çok belli.

Öfkenin  örgütlenmesi, hele  birikmişse  kolay gözüküyor.

Bilincin  örgütlenmesi,

Çok  zor..

………………….

Yaşananlara  dair,  Ankara  ve  İstanbul  Tabip  Odaları  sürekli   mağdurların  yanındaydı.  Mobil  sağlık  hizmeti  verdiler/veriyorlar  6  gündür.  Alan  çalışması, hastane  çalışması, insan  hakları  ihlal araştırma  çalışması  yapıyorlar  sahada..

……………

Dün  Ankara  Tabip  Odası  açıkladı:

Ankara Tabip Odası’nın oluşturduğu kriz masasına ulaşan bilgilere göre yaralıların durumu ve tedavi gördükleri hastaneler şöyle:

 * Dışkapı Yıldırım Beyazıt Hastanesi, 12 yaralı biri kafa travması,

 * Numune Hastanesi, 30 yaralı, biri ağır kafa travması,

 * İbni Sina Hastanesi, 25 yaralı iki kişi beyin kanaması,

 * Ankara Hastanesi, 7 yaralı,

 * Hacettepe Hastanesi, 25 yaralı, birinde göz kaybı,

 * Bayındır Kavaklıdere Hastanesi, iki yaralı biri kafa travması,

 * Bayındır Söğütözü Hastanesi, bir yaralı

 * Çağ Hastanesi, 70 yaralı, gaz bombası kapsülüne bağlı yanıklar ve doku zedelenmesi, dört kişide vücutta kırık var, dört kafatası kırığı,

* Medicana Hastanesi, 30’u polis 31 yaralı,

 * Akay Hastanesi, 105 yaralı.

 Ayrıca, çeşitli demokratik kitle örgütleri ve siyasi partilerde oluşturulmuş bulunan acil müdahale revirlerine 100’ü aşkın yaralı götürüldü. Ankara Tabip Odası kriz masası revirine de biri ağır kafa travması olan yedi yaralı başvurdu..

……………

Türk  Psikiyatri  Derneği  açıklıyor  sonra  görüşleri:

6 gün önce Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların alışveriş merkezi yapılması amacıyla kesilmesi ile başlayan ve tüm ülkeye yayılan protesto ve eylemler; insanların devletin kendi yaşama tercihlerine müdahale etmesine, hükümetin kendi politik inançları doğrultusunda tüm toplumun yaşam tarzını düzenleme çabalarına, ülkenin bütün ağaçlarının, derelerinin tepelerinin, hayvanlarının tüm doğa varlığının daha çok ‘kazanç’, daha çok ‘yatırım’ uğruna yok edilmesine ve Türkiye’nin doğusundan batısına silahlarla, insansız hava araçlarıyla, bombalarla, tomalarla, biber gazlarıyla, tazyikli sularla kendi halkına yaptığı zulümlere, verdikleri bir yanıttır.

Demokrasilerde hükümetler sadece kendisini seçenlerin, destekleyenlerin değil tüm halkın yararını göz önünde tutmak zorundadır. İktidarlar, halklarının kendilerine biat etmesini talep edemez tam tersine halkın taleplerini demokratik yollarla dile getirmesini desteklemekle yükümlüdür.

Türkiye Psikiyatri Derneği olarak ülkemizde son yıllarda yaşanan her olumsuz gelişmenin takipçisi olmaya çalıştık. Bilge Köyü’ndeydik, Uludere’deydik, Reyhanlı’daydık.  Tüm travma mağdurlarının ve arkada kalanların yaralarını sarmaya, seslerini duyurmaya çalıştık.

Uygulanan vahşi neoliberal politikaların insan ruhunda açtığı yaraları anlatmaya çalıştık, depresyonun giderek tüm insanları saran bir hastalık olduğunu ve bunun yaşam koşulları, çalışma koşulları, barınma koşulları ile ilişkisini ortaya koyduk. Dereleri, köyleri yok edilen insanların yasına ortak olduk. Ülkemizde giderek yoksulların daha yoksul, varsılların daha varsıl olmasının açtığı yaraları, sosyal dışlanmayı, ayrımcılığı anlatmaya çalıştık.

Kadınların tecavüz sonunda oluşan fetüsleri doğurmak zorunda bırakılmasından, kaç çocuk doğuracakları gibi bedenleri konusunda en temel kararlarının yasalarla düzenlenmesine itiraz ettik. Bu ülkenin sokaklarında her gün öldürülen kadınların öldürülme nedenlerinin erkeklerin bozuk ruh sağlığı olmadığını, ruhsal tedavilere değil kadın erkek eşitliğinin gerçek anlamda inşası için, kadınların daha çok eğitim almasını, güvenceli işlerde çalışmasını, sosyal statülerinin geliştirilmesini, kendi yaşamları konusunda kararları kendilerinin vermesi gerektiğini savunduk.

Sağlıkta dönüşüm sistemiyle hastaların ‘hasta’ olmaktan çıkarılıp ‘müşteri’ olmasına, paraları kadar sağlık hizmeti alabilmelerine karşı sesimizi yükselttik.

Barışı sağlama yolunda, silahların susmasının öncelikli olduğunu ama yeterli olmadığını, birbirimizle, geçmişimizle yüzleşmeyi, hesaplaşabilmeyi, ortak bir toplumsal bellek oluşturmak için çalışmak gerektiğini söyledik. Sivil silahlanmaya karşı koymaya çalıştık. 

Tüm dünyada, her coğrafyada yüzyıllardır insanların sosyal yaşamda alkollü içecek tüketmelerinin ruhsal hastalık, bağımlılık olarak kabul edilemeyeceğini söyledik. Alkol bağımlılığı gelişmesinin önlenmesine dair yapılan yasal düzenlemelerin Türkiye’deki alkol bağımlılığı gelişme oranları ile oransız olduğu, burada da ‘orantısız şiddet’ kullanıldığını,  kamusal alanlarda kendi kültürümüzde yerleştiği şekliyle kırlarda, dere kenarlarında, pikniklerde, deniz kenarında alımının kısıtlanmasının alkol kullanım bozukluklarının gelişimi ile ilişkisiz olduğunu ve sözde toplum ruh sağlığı gözetilerek muhafazakarlığa kılıf bulunduğunu söyledik.

Bugüne kadar bu ülkenin psikiyatristleri olarak biz yukarıda saydığımız açılan tüm ruhsal yaraları tedavi etmeye, yaralananlara şifa bulmaya çalıştık. Ama artık hükümeti uyarıyoruz. Tıpkı en yakınında, en sevdiği annesinden babasından gelen fiziksel şiddetin çocuğun ruh sağlığına açtığı onulmaz yaralar gibi, kendi hükümetinin kendi yöneticilerinin kendi halkına açtığı bu savaşın yara izleri kapanmayacaktır.

Bugün ülkenin tüm kentlerinden yükselen insanları kör eden, kalp krizi geçirten, öldüren biber gazlarının, insanların kemiklerini un ufak eden tazyikli suların yaraladığı şey sadece beden değildir. Ve ruhsal yaraların izleri beden iyileştikten sonra bazen ölene kadar bizleri etkiler. Biz psikiyatristler bu yaraları kapatamayacağız, kapatmayacağız.

…………………..

Nazım’la  bitirelim  yine:

Söz yalan söylüyorsa,/ Ses yalan söylüyorsa,/ Bellerinizden geçinen/ Ve ellerinizden başka her şey/ Herkes yalan söylüyorsa,/ Elleriniz balçık gibi itaatli,/ Elleriniz karanlık gibi kör,/ Elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,/ Elleriniz isyan etmesin diyedir.

Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız

Bu ölümlü, bu yaşanası dünyada

Bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder