11 Aralık 2010 Cumartesi

ÇEVRE BİLİNCİ, KYOTO VE DİĞERLERİ ÜZERİNE

ÇEVRE  BİLİNCİ, KYOTO  VE  DİĞERLERİ  ÜZERİNE
DR.CEM  ŞAHAN
Kaosu  tanımlanmaya  karşı  süregelen  isteği, kaosun  tanınmazlığı  üzerine  söylenecek  sözlerle   tamamlamak  akıl  gereği  olsa  gerek.  Ya  da onun (blogtaki  adam)  tanımladığı  gibi  Kaos bunaltıdır, çünkü özgürlüktür. Dağ soğuğu, kış beyazıdır. Doğup kalakalmadır, muhtaçlıktır, yoksunluk, zayıflıktır. Ana rahmini özletecek kadar pişmanlıktır. Hakikatsizliktir. Körün körle dövüşüdür. Keyfiyettir, başına buyrukluktur. Zorbanın, zalimin, haydudun, eşkıyanın, yol yordam bilmezliği, erdem tanımazlığıdır. Tornadonun, kasırganın, fırtınanın, depremin selin gazabıdır, kaçıp gitmek en iyisi. Burgaçtır, bir kara deliktir ne var ne yok içine çeken.
            Türkiye  Kyoto  protokoluna  imza  koyacağı  haberi  ile  Dünya  Çevre  Gününü  geçirirken,  okullar    Kırım-Kongo  Kanmalı  Ateşi riski  varken  öğrencilerine  çalı-çırpı  toplatıp  çevre  bilinci  verirken,  Çarşamba’da  Çevre  Birlikteliği  Termik  Santrallerin  sağlığa  ve  çevreye  vereceği  zararları  halka  anlatırken, ÇEVRE  BİLİNCİ  EĞİTİMİnin  gerekliliği  üzerine  kaotik  bir  düşünce  geliştirmişti.
            Kyoto  protokulu  hangi  sürecin  eseriydi?  Hangi  temel   felsefenin  duruşu?  Hangi  temel  akımın  çevreye  bakışı?  Hangi  insanın  yansıması? Hangi  tüketim  ideolojisinin  göstergesi.
Kyoto Protokolü, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması'nın yasal olarak bağlayıcı bir eki niteliğinde  bir protokol, adını Japonya'nın Kyoto kentinden alıyor. Sera gazı emisyonlarında indirime gidilmesi konusunda ilk anlaşma Kyoto kentinde 1997 yılında yapılan zirvede sağlanmıştı. Bu protokole göre, sanayileşmiş ülkeler ile piyasa ekonomisine geçiş sürecindeki ülkeler atmosfere saldıkları sera gazı miktarlarında indirime gitmeyi kabul ediyorlar. Kısaca  daha  az  tüketmeyi. Kyoto Protokolü sanayileşmiş ülkelerin önüne, sera gazı emisyonlarında 2012 yılına kadar ne kadar indirime gideceklerini belirleyen somut hedefler koyuyor. Amaç altı sera gazının – karbon dioksit, metan, nitrous oksit, sülfür heksaflorid, HFC'ler ve PFC'ler – 2008-2012 arası beş yıllık ortalama salınım değerlerini azaltmaktır. Ulusal hedefler AB ve başka bazı ülkeler için %8'lik, ABD için %7'lik, Japonya için %6'lık azaltma, Rusya için %0 değişiklik ve Avustralya için %8 ile İzlanda için %10'luk bir artış şeklinde çeşitlilik göstermektedir.
            Küresel  ısınma  ile  yaşam  döngüsü  değişen  kenelerin  yaydığı  hastalığa  karşı  KORKU  TOPLUMUNA  dönüşmüş  Samsundan  Kyotoya  bakmak  ne  anlama  geliyor..
            Amerika  Birleşik  Devletlerinin  bu  protokolu  niçin  imzalamadığını  görmek  ile  termik  santralleri  savunmak  aynı  kaotik  ucun  ayna  görüntüleri midir?
            Ya da  kaosun  diğer  sarmalından  bakarken  karşımıza  çıkan  şu  görüş:
Küresel İklim Değişikliğini durdurmak isteyen herkes, Kyoto Protokolüne karşı olmalıdır.  Çünkü protokol hiç bir şekilde Emisyon salınımlarını azaltmamakta, aksine durumu daha da kötüleştirmektedir. Toplumsal adaletin hakim olduğu, tüm insanların özgür bir yaşama eşit olanaklarla ulaşabileceği bir dünyada yaşamak isteyen herkes Kyoto Protokolüne karşı savaşmalıdır. Çünkü Kyoto Protokolü aynı zamanda eşitsizlikleri yeniden üretmektedir ve sömürü zihniyetinin bir uzantısıdır.
            Kaosun  ufak  sarmalından  çıkan  farklı  şu  düşünce :
‘’Neoliberalizm, para dolaşımı mantığının modernleşmesi ve yaygınlaşmasıdır. Neo- liberalizm ile birlikte, kısa süre içinde,  önceden kamuya ait olan ve kamunun yasa ve düzenlemelerine tabi olan yaşamsal öneme sahip alanlar özel sektörün piyasa mantığına göre düzenlenmiş karı maksimize etme güdüsüne teslim edilmiştir. Bu durum neo- liberal dev pazarın mimarlarını İklim Değişikliğinin gündemde olduğu bir dönemde zekice bir plana sevk etmiştir: Havanın kendisi mala dönüştürülemiyorsa, “Havayı Kirletme Hakkı“ piyasanın ellerine teslim edilebilir. Kyoto Protokolü, sera etkisi olan gazları özellikle CO2  yi kapsar ve hepsi CO2  eşdeğerliliğine göre ölçülür.  Kyoto Protokolüyle Havanın piyasalaştırılmasının hipotezi oluşur. Böylece hava artık herkese ait olmaktan çıkıp, onu kirletme hakkının satılabilir alınabilir bir mala dönüştürülmüştür. Havayı kirletme hakkı parça parça güçlü şirketlere devredilmiştir’’
Düşüncemiz  bulanıklaşıyor
Bilgi   kararıyor.
Beyaz  kirleniyor.
Akşam  oluyor.
Doğada yaratılan tahribatın giderilebilmesi için tek yol temiz enerji kaynakları ve teknolojileri kullanmak ve geniş bir seferberlik anlamına gelen çalışmalar yapmaktır. Bunun anlamı ise mevcut üretim sisteminin kökten değiştirilmesi, dünya ölçeğinde planlı, doğa ve insanla barışık hale getirilmesidir.
Türkiye  Kyoto  protokolunu  imzalasın mı?
(08.Haziran.2008)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder