ÇEVRE BİLİNCİ, KYOTO VE DİĞERLERİ ÜZERİNE
DR.CEM ŞAHAN
Kaosu tanımlanmaya karşı süregelen isteği, kaosun tanınmazlığı üzerine söylenecek sözlerle tamamlamak akıl gereği olsa gerek. Ya da onun (blogtaki adam) tanımladığı gibi Kaos bunaltıdır, çünkü özgürlüktür. Dağ soğuğu, kış beyazıdır. Doğup kalakalmadır, muhtaçlıktır, yoksunluk, zayıflıktır. Ana rahmini özletecek kadar pişmanlıktır. Hakikatsizliktir. Körün körle dövüşüdür. Keyfiyettir, başına buyrukluktur. Zorbanın, zalimin, haydudun, eşkıyanın, yol yordam bilmezliği, erdem tanımazlığıdır. Tornadonun, kasırganın, fırtınanın, depremin selin gazabıdır, kaçıp gitmek en iyisi. Burgaçtır, bir kara deliktir ne var ne yok içine çeken.
Türkiye Kyoto protokoluna imza koyacağı haberi ile Dünya Çevre Gününü geçirirken, okullar Kırım-Kongo Kanmalı Ateşi riski varken öğrencilerine çalı-çırpı toplatıp çevre bilinci verirken, Çarşamba’da Çevre Birlikteliği Termik Santrallerin sağlığa ve çevreye vereceği zararları halka anlatırken, ÇEVRE BİLİNCİ EĞİTİMİnin gerekliliği üzerine kaotik bir düşünce geliştirmişti.
Kyoto protokulu hangi sürecin eseriydi? Hangi temel felsefenin duruşu? Hangi temel akımın çevreye bakışı? Hangi insanın yansıması? Hangi tüketim ideolojisinin göstergesi.
Kyoto Protokolü, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması'nın yasal olarak bağlayıcı bir eki niteliğinde bir protokol, adını Japonya'nın Kyoto kentinden alıyor. Sera gazı emisyonlarında indirime gidilmesi konusunda ilk anlaşma Kyoto kentinde 1997 yılında yapılan zirvede sağlanmıştı. Bu protokole göre, sanayileşmiş ülkeler ile piyasa ekonomisine geçiş sürecindeki ülkeler atmosfere saldıkları sera gazı miktarlarında indirime gitmeyi kabul ediyorlar. Kısaca daha az tüketmeyi. Kyoto Protokolü sanayileşmiş ülkelerin önüne, sera gazı emisyonlarında 2012 yılına kadar ne kadar indirime gideceklerini belirleyen somut hedefler koyuyor. Amaç altı sera gazının – karbon dioksit, metan, nitrous oksit, sülfür heksaflorid, HFC'ler ve PFC'ler – 2008-2012 arası beş yıllık ortalama salınım değerlerini azaltmaktır. Ulusal hedefler AB ve başka bazı ülkeler için %8'lik, ABD için %7'lik, Japonya için %6'lık azaltma, Rusya için %0 değişiklik ve Avustralya için %8 ile İzlanda için %10'luk bir artış şeklinde çeşitlilik göstermektedir.
Küresel ısınma ile yaşam döngüsü değişen kenelerin yaydığı hastalığa karşı KORKU TOPLUMUNA dönüşmüş Samsundan Kyotoya bakmak ne anlama geliyor..
Amerika Birleşik Devletlerinin bu protokolu niçin imzalamadığını görmek ile termik santralleri savunmak aynı kaotik ucun ayna görüntüleri midir?
Ya da kaosun diğer sarmalından bakarken karşımıza çıkan şu görüş:
Küresel İklim Değişikliğini durdurmak isteyen herkes, Kyoto Protokolüne karşı olmalıdır. Çünkü protokol hiç bir şekilde Emisyon salınımlarını azaltmamakta, aksine durumu daha da kötüleştirmektedir. Toplumsal adaletin hakim olduğu, tüm insanların özgür bir yaşama eşit olanaklarla ulaşabileceği bir dünyada yaşamak isteyen herkes Kyoto Protokolüne karşı savaşmalıdır. Çünkü Kyoto Protokolü aynı zamanda eşitsizlikleri yeniden üretmektedir ve sömürü zihniyetinin bir uzantısıdır.
Kaosun ufak sarmalından çıkan farklı şu düşünce :
‘’Neoliberalizm, para dolaşımı mantığının modernleşmesi ve yaygınlaşmasıdır. Neo- liberalizm ile birlikte, kısa süre içinde, önceden kamuya ait olan ve kamunun yasa ve düzenlemelerine tabi olan yaşamsal öneme sahip alanlar özel sektörün piyasa mantığına göre düzenlenmiş karı maksimize etme güdüsüne teslim edilmiştir. Bu durum neo- liberal dev pazarın mimarlarını İklim Değişikliğinin gündemde olduğu bir dönemde zekice bir plana sevk etmiştir: Havanın kendisi mala dönüştürülemiyorsa, “Havayı Kirletme Hakkı“ piyasanın ellerine teslim edilebilir. Kyoto Protokolü, sera etkisi olan gazları özellikle CO2 yi kapsar ve hepsi CO2 eşdeğerliliğine göre ölçülür. Kyoto Protokolüyle Havanın piyasalaştırılmasının hipotezi oluşur. Böylece hava artık herkese ait olmaktan çıkıp, onu kirletme hakkının satılabilir alınabilir bir mala dönüştürülmüştür. Havayı kirletme hakkı parça parça güçlü şirketlere devredilmiştir’’
Düşüncemiz bulanıklaşıyor
Bilgi kararıyor.
Beyaz kirleniyor.
Akşam oluyor.
Doğada yaratılan tahribatın giderilebilmesi için tek yol temiz enerji kaynakları ve teknolojileri kullanmak ve geniş bir seferberlik anlamına gelen çalışmalar yapmaktır. Bunun anlamı ise mevcut üretim sisteminin kökten değiştirilmesi, dünya ölçeğinde planlı, doğa ve insanla barışık hale getirilmesidir.
Türkiye Kyoto protokolunu imzalasın mı?
(08.Haziran.2008)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder